……… Solgun, soğuk, rüzgarlı, tenha gecelerde yanmayan sokak lambalarının dibine düşen sarı, kızıl, kuru, çiğnendiğinde ses çıkaran cansız yapraklar misali savruluyor, zikzaklar çizerek bir baştan bir başa sürükleniyorum siluetsiz sokaklarda…
……… Evrimi, her gelen yeni yerel yönetim yüzünden tamamlanamayan cadde ve sokakların başıboşluğuna, tenhalığına aldırmadan arşınlıyorum kaldırım kenarındaki yolları, çünkü; olanaklı değil kirada oturup ta son model arabalara binen görgüsüzlerin kaldırıma park eden araçları yüzünden orada yürümek… Olsun yollardayım diyorum kendi kulağıma kendim duyacağım çığlıklarla ve küfürler ediyorum her arabaya ama sahibine değil…
……… Varsıl görünümlü caddelerden titrek görüntüler sunan ara sokaklara dalıyorum gecenin bilmediğim saatlerinde ve sıcak ekmek kokusu her adımda genzime dolan fırına yaklaşıyor, sokakta yürüyerek yiyeceğim sıcak pidenin dayanılmaz lezzetini hayal ederken karşıma çıkan o hain, o puşt köpek yüzünden yolumu değiştiriyorum… Yoksa küçücük bir köpekti de gecenin karanlığından yansıması mıydı bana iri gözüken, derken yeniden dönemezdim ki o sokağa, kaybetmiştim yolu bir kere… Uçan, yürüyen kanatlı kuş ve tavuklardan korkan birisi düşüyor hiç çıkmadığımı usuma ve üzerine yerleşiyor çıkmamışlılığında oradan…
……… Tüysiklet bir görüntü yaklaşıyor her attığım adımda ve az önce odur mutlaka diye düşündüğüm kadınla karşılaşıyorum tek göz odalı eve yaklaşırken… Ulan pezevenk her gece içersin, bir gecede gel misafirim ol, elini cebine sokturmam şerefsiz söylemini kaçıncı kez tekrarlıyor, kaçıncı kez yüzüme bakmadan o karanlıkta onca alkol yüklüyken tanıyor hatırlamıyorum birbirimizden uzaklaşırken. Gençliğinde uzun saçları, yüksek topukları, attığı her adımla rüzgar yeleli kısraklara benzetilirmiş ve şimdi bir lokma ekmek için konsomatrislik yaptığı gazinodan evine doğru uzanmaktaydı ağır aksak…
……… Aksak, ağır ve vurdumduymaz siluet kalırken ardımda her gece yeniden keşfini yaptığım yolların üzerinde genel hareket halindeyim… Baraj gölüne paralel kesitteki mahallenin sokağa taşan sarmaşıklarının yanından geçerken manolya kokuları geliyor şimdi, pide kokusunu o köpeğe değişmenin acizliğinde ve anımsıyorum birden esrik güncenin gerisinden geçen gece teknolojinin gerekliliğini…
……… Petunyalarla kaplı duvarın önünde duruyor ve seni otuz yedi bin (37000) gündür aramadığım düşüyor yitirdiğim usuma, belleğimi hızlandırıp aradığımda seni ve konuşmamız bittiğinde tuttuğum kronometre bile gülüyor bana, bize, özlemimize.. O mis kokulu duvarda tüm kokuları içime çekerken, aslında asırlar öncesinden gelen kokundu özlediğim ve gecenin o saatinde özlem dolu konuşmalarımızın belgesiydi, otuz yedi saat konuşmak gecede… Ay ışığının yüzümüze yansıdığı geceydi, gecede konuşulan tam otuz yedi saatti, özlemler dolu anları yeniden gökyüzünün laciverdine devreder ve uğurlarken iki deli yürek birbirini… Yatırıpseni gelmeyen uykularına, uykusuzluğumda gece yolculuğundaydım yine, seninle sabaha…
27.07.2007 - Adana
Olgun EkinciKayıt Tarihi : 3.8.2007 11:17:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!