………Sus oldum, bağışla, ‘’benden önce ölemezsin, önce ben gideceğim’’ derdin ya umutsuz, çaresiz, tükenmişliğimi sergilerken yirmi dört saat, yineliyorum sevgili, nakarat sözcükleri sevmezdik ama senden önce yok olacağım… Kendi hayatlarını yaşayamayan insanların hayatsızlıklarından yaşamadığım hayatsızlığa doğru erkenci yolculuktayım şimdi, öyle sefil, serseri ve çaresiz…
………Elasında güneşler doğururdu gözlerin ve GÜNEŞ HER GÜN DOĞUDAN DOĞAR’ı bilimsel değil ama aşkla reddederdi yüreğim… Güneş sen olur, neredeysen doğu-batı-kuzey-güney kaybolur, bakışınla yönlerimi bulur, o bakışla yaşar, görmediğim anlarda ise kör kuyunun bilinmez derinliklerinden çıkmaya çabalar, heyhat batardım, kuyu üzerime yıkılır, nefesini özler, kurtulmak için tenini özler ölürdüm… Ölmek sana kavuşmaksa feda olsun, ikimizde korkmazdık ölmekten sadece kavuşamadan ölmekti korkumuz, bu yüzden sen gece olduğunda gökyüzüne tuval serer, ben uzak bir kentin semalarından resmimizi çizerdim, tan vakti aynı sigarayı bölüşürken kilometrelerce öteden resmimiz gökyüzünden silinmez, bizden başka kimse göremezdi…
………Vedasız giderdin, susar, terk eder, gittiğin yerlerde kaybolur, sesimi hiç bilmediğim kentin sokaklarına sessizce bırakır, acımazdın ayaklar altında sürünüp kan revan içinde kalmama… Bir gün dönüp bakmazdın terk ettiğin adamın gözlerinden dökülen kana, o kanda senin adın, o kanda senin kanın, kadınlığının sıvılarından oluşan kutsal bir sevda rengi vardı… Ayrıldığım adamla arkadaş kalacak kadar entelektüel değilim demişti Kadırgalı şarkıcı, oysa gönül nikâhı, yürek nikâhı, ölümsüz nikâh kıymıştık martı kanatlı sevdamıza ve şahitleri, kahramanları biz olan… Bir merhaba esirgendiğinde arkadaş kalmak nasıl olanaklıydı?
………Tahtaları kırık, su alan, küçük bir sandala bindirip hırçın dalgalı okyanuslara salarken hiç acımadın, inatçıydın bilirdim ama karanlık çökünce deniz hangi renk olur sevgili? Bu sandalla aydınlığa umut dolu maviye ulaşmak, yedivermeyen azgın dalgalarla mümkün mü sevgili? Günahım senin başkentim olmandı ve Tanrın bana bu yüzden hiç kızmadı, son vedam, son öpücüğüm hiç olmadın gecelerimizin rengini siyaha boyarken… Sevgi ve umut cennettir derler oysa sevgisizliğin umutları sildiği kentlere gönül koyduk cennet oldu, aşk olduk sevgi doldu, umut olduk sevişmesiz iklimlere aşk yağdı, aşk bizde yeniden anlam buldu, tanımlandı…
………Aşk; sevdiğinin yolunu şehirlerarası yollarda durdurup onu yolculuk yaptığı araçtan kendi yanına almaktır bir de değil mi sevgili? Ama bil ki 68 plakalı otobüsten o ücra Anadolu kentine yaklaşırken yolunu, yönünü, gidiş güzergâhını kesip seni yanıma aldıktan aylar sonra öğrendim Yılmaz Güneyin uğruna trenin önünü Eskişehir’de bir hemzemin geçitte kestiğini ve içinde aşkı Nebahat Çehrenin olduğunu… Gizli tebessüm etmiştim okuduğumda sonra için için ne kadar artist, ne kadar narsis ve megalomanım diye kendimi bir kez daha sevmiştim seni böyle çok, onca sınırsız ve arsızca sevdiğim, taptığım için sevgili…
………Puslu gecelerde sabah olmaz sana gelmek, senin olmak, teninde, nefesinde, benliğinde ölmek isterdim onca reddedilip bilmediğim sokaklarına terk edilmişliğimde… Sana gelmek ve acılarını içine gömerek istemsiz reddine rağmen yine ve yine gelmek isterdim… Ve gelsem ve reddine uğrasam inan zoruma gitmez, seni nasıl sevdiğimi bilirsin, yaptığın kapristen öteydi, sende tanımlayamaz ama ağlardın bir ben bilirdim… Çünkü sen en çok kendine benzer ve dünyada bir benzerinin olmadığını bilirdin… Son nefesimdeki adımsın, yine de ben ölürken yanımda olma sevgili, biliyorum ki yokluğuma, ölümüme zafer çığlıkları atacaksın, çünkü sen en çok kendine benzersin…
Haziran– Adana / Pozantı
Kayıt Tarihi : 23.7.2009 14:05:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
ÇARESİZ OLMAK VERİLEN NEFESİ ALIP ALMAMAK ARASI BİRŞEY...
KUTLADIM SİZİ....
ÇARESİZ
Ah bilsen, bir bilsen duyduklarımı
Sanki bir dağ ağırlığı kalkacak üzerimden
Ve nehirler boşalacak sanki içerimden
Sakın bilme!
...
Anlatsan duyarım bütün güzellikleri
Erir dağlarımın başındaki kar.
Sussan içimde kıyamet kopar
Sakın konuşma!
...
Ha küreğe mahkum olmak prangaya vurulmak
Ha görmemek gözlerini,ikiside bir
Bütün kördüğümleri çözecek gözlerindir
Sakın bakma!
...
Bir haberin gelse iki satırlık
Yüreğim birdenbire kanatlanır yücelir.
Bir martı gibi çıkar kapına gelir.
Sakın yazma!
...
Çıkıp gittiğinden beri sessiz sedasız.
Başıboş kalan esir, zindanda yatan hürüm.
Dönmesen çaresiz kalır ölürüm
Sakın gelme!
...
İşte dağlar taşlar şahidim olsun
Yüzüme bakma, konuşma, yazma istemiyorum
Dipsiz karanlıklara bağırıp duruyorum
Sakın işitme!
YAVUZ BÜLENT BAKİLER
TÜM YORUMLAR (1)