………Saatlerin gece suskunluğunu gösterdiği anlarda ürkerek açık kalan apartmanın sokak kapısından süzülüp kapına çocukluğumun masum yüzünü asıyorum… Ürkekliğime masum cesaretimi ekleyerek üçer beşer merdivenlerden atlayarak noktası olmayan yollara düşüyor, çocukluğuma doğru üşüyorum…
………Esnafın dükkanını yeni açtığı saatlerde kimsenin geçmediği, bilmediği yollar arıyorum, yönü yalnızlığımda keşfetmek, onca hatalar içinde doğruyu ve gerçeği ve bulmak için… Onca yanlış içinde bulduğum tek doğrum, uzun karanlık yolda tek ışığım ol diye, ruhumu, beynimi varlığınla öyle gebe bırak ki doğrularımı doğurayım sancılarımda diye… Her doğumda hep eksik, hep yarım kalan yanlarım, çocuksu yaralarım kapansın diye…
.........Ve çocuklarını bile koruyamayan ülkenin başkentinde çocuksuz semtlerden Anıt tepeye doğru yol almak istiyor, otuz yedi yıl sonra bir geceliğine konaklayabilirim olasılığına karşı rezervasyon yaptırıyorum… Yıllar sonra kaydımın yapılmadığını bir Ekim ayının on derecesinde fark ediyor, akşamında kabuklarını yere atıp üzerine çıtır çıtır basacağım fıstıklı bir mekânda bira içmeyi düşlüyorum… O anda içimde işgalci bir sevgilinin hükümdarlığı kol geziyor, ne zaman kendimi bırakıp yalnızlığıma kaçmak istesem düzenli sosyalist bir ordunun ayak sesleri gibi altında postallar dolusu eziliyorum… Halkların ve ülkelerin işgaline, kadın ve çocuk ölümlerine isyan eden, başkaldıran yüreğim, esas duruşta hükümdarlığının hükmüne boyun eğiyor, hayret ve hayranlıkla topraklarımın işgaline seviniyorum…
………Tarihi bir otel arıyorum Ulusta ve ara sokaklarda, yorgunluk dizlerimi engelleyince mütevazi bir otele atıyorum kapağı… Nem ve küf kokulu odanın penceresini açıyor, gecenin o geç saatlerinde “yarın başka ve güzel bir gün olacak” diye düşlerken, gün gündüze döndüğünde gecenin cesaretinden sıyrılıp gündüzün korkaklığını giyiniyor, utanıyor, utanıyor, utanıyorum… Nietzsche’nin Lou Salomeye yazıp yollamadığı mektupları okuyor, sorular çoğaltıyorum anılara, kendi görüntümün yansımasında küçülüyor, kayboluyor, çocukluğuma doğru üşüyorum… Onu hep nefretle sevmiş, bu hastalıklı tutkusundan ölene kadar vazgeçmemişti Nietzsche… Aslında sevmekten vazgeçenler anılardaki nefretle yüzleşmeye dönerler – ki silememişlerdir yerleşik nefretlerini, nefretleri yalnızlıkları olmuştur…
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta