*(benim tomurcuklarım olmadı-doğarken-yaşarken-ölürken hep sonbahardım)
……………Sensiz geçen Ondört yılı topladığımda bir gün bile etmiyor ve burada senden sonra yaşamadığım üç mevsimin adını dahi unutmuşken, çiçeklerin kokmadığı, ağaçların yeşermediği, kurumuş yapraklarını sürekli döktüğü güz mevsimindeyim… Yürüdüğüm her yerde, attığım her adımda duyumsadığım hışırdayan yapraklar, melankolik esintinin paranoyak izlerini taşıdığım şeklinde ifade ediliyor ve bilmiyorlar içimdeki fırtınayı, anlamıyorlar bir mevsimle geçen ömrün bağrında neler ve nasıl taşıdığını, asla da bilmeyecekler, bilemeyecekler…
……………Enfiye çekip damarlarıma kadar hissettiğim geceler biraz daha rahat uyumaktayım ama uyandığım gece yarılarında ucuca eklediğim sigaralar ve ardından gelen kronik bronşitin öksürükleri beni çok mutlu ediyor, çünkü her öksürüğüm ve çekilmesi damarlarımın, ciğerlerimin parçalanışı beni sana bir adım daha yaklaştırıyor ve sana, yanına geliyorum adım adım ve yudum yudum… Bu özlem nasıl vuslata dönüşecekse öyle hızlı ve atılganım Altmış iki yaşımın verdiği dinamizmle ve kendime çok kızıyorum boş bulunupta o sözü sana verdiğim için, kimseye belli etmiyorum aslında kendi kuyumu kazdığımı… O bildik atasözleri ile karşıma çıkmasın lar ve tereciye tere satmasınlar diye… Ne demekti o benden önce ölmeyeceksin, ne demekti o benden sonra çok uzun yaşayacak, anılarımızı torunlarımıza anlatacaksın… O an gözlerindeki hüzünleri yüreğime serpip yeşertirken nasıl oldu da söz verdim sana ben, bugün hala kendime kızgınlığımı sakil ortamlara taşımak ağır geliyor, kaldıramıyorum, nefes alamıyorum…
……………Vakur görünüşümün ardında, içimdeki deli poyrazı bilmeyenler her ay aksatmadan düzenli olarak gittiğim yerleri merak etmekte ve yaşadıkça da merak edecek, sen ve benim dışımda da kuşlar dahi duymayacak sana verdiğim sözün gereği olarak… Yürüdüğüm cadde ve sokaklarda başımı, yüzümü gizlemeye çalışıyorum seni merak edip nerede olduğunu soracaklar ve beni tanıyacaklar diye ama akşam olup ta iki duble içmek için pineklediğim mekanlarda yıllar öncesinin şef garsonları, komileri, işletmecisini görünce saklayacak, gizleyecek bir şey kalmıyor… Hemen hepsi seni soruyorlar göz pınarlarım doluyor, taşıyamıyor, gizleyemiyor, ardından tuvalete gidip hüngür hüngür ağlıyor ve bütün pınarlarımı susuz çöle çevirinceye kadar boşaltıyorum son dublemi içerken elim, ayağım, yüreğim titremesin, şiirli, şarkılı, fıkralı gecelerimiz anlamında yad olsun diye… Meydanda su fıskiyelerinin arasından, altından ıslanarak geçen ve bizden ekmek parası isteyen güneydoğulu küçücük kızların cirit attığı yolların Arnavut kaldırımlarında yürümekteyim, damağımda kurutulmuş dutların yumuşak kıvamını ve yediğim sütlü kabak çekirdeklerinin kabuklarını cebimde biriktirerek… Eczanenin camekanında horlama ilacı geldi yazısına acı tebessümlerimi yollayarak, süper lıght sigarası olmayan bir tekel bayiden iki kutu bira alarak kokunu duyumsayacağım otel odasına doğru yol alıyorum tek başıma ve elinin sıcağını ellerimde hissederek… Ve birazdan yarılanan gecenin matemine matemi eklemek, kahvaltıda yemeyeceğin sahanda yumurtaları sipariş vererek tarafımdan…
ne ayıldım
ne ayılabilirim
ne ayılmak isterim
başım ağır
dizlerim parçalanmış
ne yazılır ki böylesine içten ve duygu yüklü satırlara yüreğinize sağlık....
Bu şiir ile ilgili 1 tane yorum bulunmakta