………Sokağından geçen yaşıtlarımız hisseder mi bilmem ama ne zaman yakınına ulaşsam o anılar sokağında çocuksu fırtınalara yakalanırım… Sümerbank’tı o, başka mağazalar doğmamıştı kapitalizm esintisinden… Okullar açılmaya yakın Sümerbank’tan alınırdı okul çantalarımız ve ayakkabılarımız…
……… Elektrikler sık kesilirdi o yıllarda ve ben çok sevinirdim, her evde bulunan gaz lambası yakılınca, sevincim yarım kalırdı ama hep, o dönemde en büyük lüksümüz radyodan dinlemekten keyif aldığım Arap bacı bir türlü çıkmazdı gaz lambasından ve ben sonraki gün küser, dinlemezdim radyo tiyatrosu ile Arap bacıyı… Gazocağında pişerdi yemeklerimiz, çok severdim sönmesin diye ara ara pompalamayı ve bitmeyen yemekler tel dolapta saklanır, komşu tel dolaplar içinde hangi yemekler olduğunu çok merak ederdim… Oyuncaklarımız plastiktendi, ne bozulur ne de kırılırdı… En çok huniye benzer, tenekeden yapılmış megafonla duyurulan, at arabası ile geçen, afişleri, ters V yapılmış panoya raptiyelenmiş, sinema filmlerinin reklamını severdim… Ne zaman Yılmaz Güney’in afişini görsem, eve koşar tahtadan tabancamı alır, annem görmeden belime takardım…
……… Ve sokağın eksilmeyen ziyaretçileri pamuk atan, kalaycı, şalgamcı, aşlamacı, bici bicici, çok çokçu olurdu, ama başka kentlerde olmayıp Adana’ya özgü tatlar olduğunu öğrenmem yıllar sonraydı… Banyomuzda altı odun sobası, üstü su kazanı, sarı çeşmeli bir garip sac soba vardı banyo yaptığımız… Ayağımızda takunyalar olurdu banyo yaparken siyah lastikli, benzerini tuvalette kullandığımız ve günümüzde şark köşelerini süsleyen… Yazlık sinemalarda çekirdek çitlenir, çitlenen seslere sinir olurken, tam arakamda biri Arap kızı sakızını patlatır, tüm sinir sistemim harekete geçerdi, oysa Arap kızı sakızının içinden çıkan artist resimlerinden koleksiyon yapardık o yaşlarda…
………Tek bir iğne ile koca sınıf aşı olur, ama iğne kolumuza battığı anda ertesi günün tatil olması acımızı unutturur, şişen aşı yerlerimize de dokunmaktan geri durmazdık… Defter ve kitaplarımız mavi yada kırmızı kaplama kağıdı ile kaplanır, annem ısrarla kırmızı kullanır, maviyi kıskanırdım o yaşta… O yüzden tüm pikapları mavi düşünür, Erol Büyükburç, Şükran Ay, Beyaz kelebekleri aynı renk ve zevkle dinlerdim… Bir Ahmet Kaya, Grup Yorum yoktu o yıllarda ama Ali Rıza Binboğa ‘’Yarınlar bizim’’ şarkısıyla kulağımızın pasını az da olsa silmiş, Eurovizyon’dan da elenince tüm renkler yine kirlenmişti… Mahallemiz, okulumuz, sınıfımızda kim Kürt, kim Türk, kim nereli bilmez sorgulamaz, kardeşçe yaşar, hepimiz siyah önlük giyer, beyaz yaka takardık…
ne ayıldım
ne ayılabilirim
ne ayılmak isterim
başım ağır
dizlerim parçalanmış
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta