(ayak parmaklarından saç tellerine kadar aşkı yaşadığın güne dair / çay saatleri zamanı)
…………… Salkım söğütlü ağacı, mevsimsel dönüşüm tamamlanmadan izlerken, kahverengi akan o Kızılırmakta asma köprü üzerinde, ıslatmayan damlalar düşüyordu yüreğime… Kalkış saati an be an yaklaşan otobüs, damlaları çağlayana çevirip, ufaltırken yürek yarımı, diğer yarım öfkesinin en hazan anlarını isyana çevirip, ele vermeyen dağlarda, eşkıya yavuklusu olmayı önermeye hazırlanıyordu seni sessizliğinde ve yaşarken saçlarına değin aşkının doyumsuzluğunda… Her saniyenin bitişi, beni tükenmişliğin bilinmeyen labirentlerine gizliyor, ben yok oluyordum yanında, sen görmüyordun…
…………… Ezgiler vardı dilimde lal olmuş, söylenmemiş türküler vardı yüreğimde giz olmuş, bestelerin tınısı vardı genzimde güfte kardan çalınmış… Unutmuştum hepsini ne varsa geçmişime dair deli dolu yaşanmamışlıklar ve yaşadıklarımı kuru bir dere yatağına serperek yaşanılası bir gelecekle takasladım bilmediğim kentin caddelerine girerken sen farkında değildin… Farkın; gözlerinde gizemlediğin sırlarını güneş vurunca gözlerime kelimesiz aktarımındaydı ve ben algılıyordum ela ve veda dolu bakarken…
…………… Veda değildi gidişin, ayrı istikametlere saparken aynı kentin ayrılık hüzünleri yaşatan kuytu tenha kalabalığında farklı taşıtlara binişimiz… Her vedanın vuslatına konuşlandı göçebe yüreklerimiz elde, dilde, yürekte, ajanda da kurgulamadığımız o dünyadan kopartan aykırı randevularımızın şimdi nereye sürükleyeceğinin gündönümündeyiz… Gelirken ben sana, sen gelirken orta noktamızın benim seni beklediğim ağaç altındaki balon yüklü, çakıl taşlı arabanın serinleten esintisine... Kayboluyordu prensin beyaz yeleli atı… Masal bitiyor, düşler alemine gezinti başlıyordu prensesin konuk olduğu prensinin kolları, yüreği, konuk severliğinde, bitimsiz, sınırsız, sonsuz… Ve bitmeyecek yeni sayfalar ekleniyordu destansı masalların gerçek kahramanlarının geleceğine dair… Her vedanın ardından eksilmeyen, sevda çoğaltan yeni sayfa, sayfalar eklenir, çoğalırken kendi yalnızlıklarımızda bize dair...
…………… Totemler dikiyorum seni yolculadıktan sonra her kilometre taşının yanına ve Avustralyanın klanlarından kalan… Kabak ve patates toplayan yerel giysili kadınların olduğu uçsuz bucaksız köy, kasabaların yanından, içinden geçiyorum meraklı bakışları ardımda bırakarak ve ilk kez birinin buradan geçiyor olduğunu düşünerek… Her yıl on sekiz Martta görmedikleri ve ne için neye karşın öldüklerini bilmedikleri ataları, dedelerini ziyarete gelen Avustralyalıların yolu totem diktiğim yerlere düşer mi? diye de sinsice gülümsemekteyim, gülüşümü geçtiğim meskun mahallerdeki meraklı bakışların gözlerinden gizleyerek… Yolu düşer de izlerler miydi totemleri son dikilen yere kadar, bulabilirler miydi beni ve sorarlar mıydı sorgulamadıkları atalarının varlığında klanların Orta Anadolunun ücra bir köşesinden nehir kentli yerleşkeme kadar neden ve niçin diktiğimi?
…………… Ayak parmaklarından başlayan aşkın mucizevi anısına diktiğim, her birinin özel ve değerli anları yansıttığını, ama hikayesinin sır olduğunu duyarlarsa, yorumları ne olurdu bilemiyorum, lakin deniz aşırı ve kıtalar ötesinden gelerek ve uslarında taşıyacak olmaları ayrı ve gizemli bir aşkın tadını yerleştiriyor yüreğimin bilinmeyen köşelerine… Hava da yaza, mevsime veda bulutları dolaşıyorken her saniye de daha çok uzaklaşırken farklı yönlere ikimiz, sevdamızı totemleştirmenin sevincini ilk kez yoğun yaşıyor, küçük mavi bir bulutla paylaşıyorum adrenalimi yükselten sevdanı… Sanki yüzerken ya da güneşlenir, çay içerken havuz başında göz kırpıyordu küçük mavi bulut ve az sonra bölünmüş yoldan güneye sapınca afacan çocuk kaybolmuştu, oyun oynadığı arkadaşlarından gizlenerek ve ben bulutların dansı bu olsa gerek diye düşünürken…
…………… Patates ekili alanların sonlanıp, pamuk diyarı kentin izdüşümlerine yaklaşırken, nice sonra farkettim havadaki oksijenin dahi farklı yansıdığını soluklarıma ve toprak altı sarı sıcak kokudan, toprak üstü beyaz gelincik ekili yerlere ulaşırken…Sevda dolu bulutların mutluluk valsından hüzün, ayrılık, nem kokan, nasıl yaşanırsa öyle ve sıradan yaşamın Aborjinlerin dualarından esinlendiğim o ilk ve sevdiğim kurala doğru ilerliyordum Seni Ayakta Tutmaya Yetecek Kadar Güzelliklerle Dolu Bir Yaşam Sürmeni Dilerim*… Şimdi ve sonra beni sonsuz ayakta tutacak tek güzellik yüreğimdeyken, ardımda geçtiğim her kilometre taşının yanı başına Tjilpa motifli totemler yerine bulut dolu günlerde güneşim olan gözlerini motif olarak, desen olarak işlediğim totemler diyarından, kendimi kuralsız kurguladığım totemsel düşlerime ilerliyordum…
*Avustralya yerlileri Aborjin duasının ilk bölümü..
Aborjinlerin totem olarak seçtikleri kedi..
18.4.2006 - Adana
Olgun EkinciKayıt Tarihi : 28.4.2006 09:46:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
yoğun yaşıyor, küçük mavi bir bulutla paylaşıyorum adrenalimi yükselten sevdanı… Sanki yüzerken ya da güneşlenir, çay içerken havuz başında göz kırpıyordu küçük mavi bulut ve az sonra bölünmüş
yönler ayrıda olsa sonsuza dek kalacak sesler sözler asılı bir yerlerde...
kutlarım...papatyalar yüreğinize
TÜM YORUMLAR (2)