Tüm Sevdamla, Tüm Hasretimle ve Tüm Umutlarımla Yüreğimden Yüreğine Merhaba GÜLÜM…..
GECENİN ARDINDAN….
Üşüyorum, üşüyorum hem de çok üşüyorum. Parçalanmışlığımın ardındaki garip ürperti gibi, odama sızan ışık gibi, yaşamıma giren insan gibi….
Coşkuluydum, inançlıydım, korkaktım, sevgisizdim, sevgiliydim. Yaşamın içinde hayat kadar acımasız, hayat kadar karanlık, hayat kadar gerçekçiydim.
Kendimi bulma çabasında, kendimi yitirdim, güzeli bulma sevdasına elimdekilerden oldum. Bir çocuk saflığı ile çaldım kapıyı; sabırsızca, ısrarla, kimsenin açacağını bilmeden çaldım. Açılmayacağına olan inancımla çaldım kapıyı…. Ve birden açıldı kapı; korku kapım, dehşet kapım. Oysa açılacağını düşünmeden çalmıştım. Korktum, acizleştim, panikledim, kimsenin açacağını düşünmediğim için çaldığım kapıdan hızla uzaklaştım. Bir anlıktı, bir sigaranın yanması gibiydi, yudum yudum ama hemencecikti.
Yaşam kapı aralığı kadardı. Ne ben onu içeri davet edebildim nede o benim elimden tutup aydınlığa çıkardı. Bizi bu kadar çeken ve bizi bu kadar uzaklaştıran neydi. Kimse kendi gerçekliğinden korkmuyordu. Ben bütün yaşamışlığıma rağmen senin gerçekliğinden korktum, sende benim gerçekliğimden! .
Saatlerce bakabilirdim gözlerine gökyüzüne bakar gibi, tutardım yıldızlarını, sarardı gözlerim Ay’ın gecenin karanlığını sardığı gibi tüm dünyamı sarardı.
Beklenmedik bir anda gelir ya kimi çocuklar. Bizde öyle işte beklenmedik bir anda….
Hoşuma gidiyorlarda kaldık….
Sözlerin acizliği karşısında gözlerle konuştuk. Bilir misin? gözleri konuşturan yürektir, ışığını besleyen sevgidir. Hesapsız sorgusuz olacaktı. Sona geldiğinde soru yağmurlarıyla pişmanlıklar içinde kıvranacağımı düşünmüştüm. Oysa bunlar olmadı, bir yürek acısı aldı yerini. Yüreğim acıyor, bir yara gibi, gittikçe derinleşen, genişleyen bir yara gibi….
Gözlerine bakmaktan korkuyordum., gözlerinde sesimdeki yaşamamışlık çarpıyordu kulaklarıma.
Sende biliyorsun dünya bir oyun sahnesidir ve bizler birer oyuncu.
Seninle pişmanlık dosyamı kabartmadığım için mutluyum. Tiyatro sahnesindeki perdeler açılır ve kapanır, yaşam akıp gidiyor.
Dünya sular altında kaldığında nasılda ararız umut teknesini, gün yüzüne çıkmak için, yaşamak için; çok yaşamakta değil kastım, tek bir gün fazla yaşamaktadır kastım. O zaman an’lar önem kazanır insan yaşamında. Savaştan çıkan bir savaşçının, barışın ilk an’ını soluması gibi, özgürlüğü tattığı ilk an gibidir yaşamdaki an’lar. Hayat bir ırmaktır ve ırmak durmadan akar, durmadan taşır, durmadan hayat verir; Tabiatı dengeler. Ne yazık ki aynı ırmaktan iki defa yıkanılmaz. Belki de güzel olan bu, belki de keşkelerle dolu hayatımızın keşkeleri buradan çıkmıştır; geri dönülmezlik
Şunu biliyorum ki hayat bir ırmaktır ve biz bu ırmağın içindeyken eğilipte bie bardak su almayız. Yaşamın farkına vardığımızda tüm kabımızla kacağımızla dalarız ırmağa… Ama nafile; ne kap kacağımızın çokluğu, nede akan suyun soyluluğu bize geride bıraktıklarımızı yaşatamaz.
Taşıyamamışlığımızla, çaresizliğimizle batıyoruz, yaşamdaki nokta gibiyiz. Geceler boyunca gökyüzüne yükselen dünyanın en güzel ezgisi gibi bahanelerimizle nasılda avutuyoruz benliğimizi, acılarımızı nasılda hafifletmeye çalışıyoruz.
Dağların doruklarındaki sis buğusu gibiydi elimi tuttuğun gece. Yüzün belirsiz, kimliğin meçhul. Sadece ellerinin sıcaklığı vardı tüm bedenimde. Hüznü başucuma, acıyı göz yaşlarımla akıttığım an, yüreğime damlattığın damlacığın titreşimiydi gizem. Belki umudu, belki umutsuzluğu yaşatacak bir gizemdi. Önemli değildi ne olduğu, nereye, kiminle gittiğim. Tüm güzelliği ile peşinden sürükleyivermişti işte. Dağlardaki buğulu puslu gizemi izlemenin mutluluğuyla parıldıyordu gözlerim.
Belirsizliği bilmeden, belirsizliği aralamadan belirsizliği yaşamak. Anlamama çabasını önüne katarak, bir yaşamayı anlamaya çalışmak. Tezatlığı, çelişkiyi yaşamak. İstemediğin halde tanımak. Yaklaşmak, yakınlaştıkça kendinden uzaklaşmak. Bu tuhaflığa bir ah çekmek geliyor içimden… Bir ah….
Kaçmak zormuş yaşamdan, hele kendinden kaçmak daha da zor. Bütün bunları yaşamam değildi güzel olan. Güzel olan senin orada oluşundu. Seni şiir tadında düşünmek güzeldi, elimi tutuşun güzeldi, kendini bana hissettirmen güzeldi. Yüzümü avuçlarken, Dünya’yı avuçlamışsın gibi hissettirişin güzeldi. Güzel olamayan çarptığın duvardı. Sorular sorduran, cevaplar isteyen duvar. Basitti cevabı çok basit… Basitlikler çeliştiriyor ya insanı.
Bunu unutma ki insan sadece kabul ettikleriyle değil, reddettikleriyle de vardır. Reddettiklerimizdir hayatımıza renk katan, bize güzellikler yaşatan. Çölde kana kana su içmek gibidir, çölde nergis koklamak gibidir reddettiklerimiz, imkansızlıkların gerçekliğidir.
Geceleri yaşamın anlamı nasılda değişiyor, yalnızlıkların kuytusunda…. Geceler nasılda acımasızdır., nasılda sorgucudur. Sorgucu geceler kalır bir köşede tanyerinin ağarmasıyla, ışıklar yükselir, yürekler coşar, umutsuzluklar umuda dönüşür. Dünyaya hakim olur Eros. Fırtına öncesi sessizliğin; aslında hoyratlığı, hırçınlığı, dehşeti, şiddeti öfkesi nasılda yağmur sonrası dinginliğe bırakır yerini… Ama ne güzeldir dinginliği yaşamak kadar hırçınlığı, dehşeti, korkuyu yaşamakta. Korkumu seviyorum, hüznümü sevdiğim gibi….
Yüksekten uçuyorsun, bir Martının masmavi gökyüzünde en uzağı görmek için yükselişi gibi yükseliyorsun. Ama olmuyor değil mi? . Çarpıyorsun yükselttiğin duvara ve canın acıyor. Karşı çıkışlarını duyar gibiyim. Duvara çarparken duyduğum ses gibi duyuyorum. Buz gibi sessiz dinleyişler başlıyor. Hıçkırıkların sesi melodi gibi yükseliyor, derinleşiyor, yüreğimde ki yaşam kahkahaları gibi….
Bir ressamın, fırça darbeleriyle renklerini özlerinden kopardığını düşünürüz. Oysa diğer renklerle birleştirip, evrene yeni bir renk, yeni bir boyut kattığını sonradan, belki de çok sonradan görürüz. Belki de hayatımızdaki yeni evrelere fark ederiz bunu. Ama gerçek olan hiçbir şeyin özünü yitirmeyişi, özüne yenilikler katarak kendini biçimlendirmesidir. İlk gün ki çocuk saflığımızdır, ilk gün ki çocuk temizliğimizdir ve ilk gün ki çocuk mahcupluğumuzdur bizi biz eden, yitik çocuklar olmayışımızdır her şeyden önce…..
Sevinçlerimde umut vardı, üzüntülerimde umut. Gün oldu sevinçlerimle besleyip büyüttüm umudumu, gün oldu üzüntülerimle sararttım umudumu. Ama onlar hep vardı. İlkbaharımın coşkusunda, sonbaharımın hüznünde vardı. Kavuran yaz sıcağımda, alabora eden şiddetli kışımda, hep bir yerlerde….
Güzeldi…..
Çok güzeldi….
Sıcaktı….
Kayıt Tarihi : 2.5.2006 18:47:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Önder Baysal](https://www.antoloji.com/i/siir/2006/05/02/sevgiliye-mektup-2-3.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!