Sevgili Dost,
Sana bu kırık dökük satırları yazmayı düşündüğüm andan beri, içimde kelimelerin hararetli bir boğuşması başladı. Heyecan, sitem ve biraz da hüzünle dolu duygular elimle kalem arasındaki bağı çözdü. Biraz eksiklik, biraz fazlalık; kimi zaman abartılı cümleler kurmak istedim. Naifliğim buna öfkeyle karşı çıktı, ama yüreğimin kırılganlığı galip geldi.
Sevgili Dost,
Doğan güneşin ilk ışıklarıyla yazıyorum bu mektubu. Sabahın seherinde, ağaçların yapraklarıyla dans eden serin rüzgârı hissederek... Dağların zirvesine bir nur gibi inen gündüzün o ilk ışığında yazıyorum. Günün erken saatlerinde, bir parça ekmek peşindeki kuşun heyecanı dikkatimi çekiyor. Şarkılı türkülü bir neşeyle dans ediyor; sanki açlığı bile unutur gibi... Sonra biraz yorgun düşmüş olmalı ki pencere demirli manzarama konuyor. Varlığıyla tamamlanmış bir tablonun eksik parçası gibi yerini buluyor. İçimde ona dokunma arzusu var ama kaçıp gitmesinden korktuğum için yalnızca bakmakla yetiniyorum. Gözleri bir yere odaklanmış; dikkatle evin içini izliyor. Kendini dört satırlık bir metnin ortasında buluveriyor, farkında olmadan.
Sevgili Dost,
Bu satırları sana çoğu zaman yangınların, ölümlerin, açlıkların ve sığamayan ruhların içinden yazıyorum. “İnsan nereye sığar?” diye düşünüyorum. Bizi içine alan her yer, gerçekten bizi kabul ediyor mu? Belki bir sınıfın sessiz çocuğuyuzdur. Belki bir dükkânın önündeki kırık saksı, yol kenarındaki parçalanmış taş, duvara çakılmış bir çiviyiz sadece... Belki bir gönülde yer bulamamış, bir sevgi sözcüğüne özne olamamış bir isimiz. Sığmalarımız binbir zahmetle olurken, kaçışlarımız hep yarım kalıyor. Dönüp bakmak istemediğimiz yerler aslında en çok canımızı acıtanlardır. Kabuk bağlamamış bir yaraya bakamayışımız, onu hâlâ kabul edemeyişimizdendir.
Her şeyin işlevini yitirdiği bir dünyada, dışlanmak neredeyse mecburî hâle gelir. Belki de tam şu anda bu cümleyi yazarken, karşılık bulamamış sevgilerin ardından derin ayrılıklar düşmektedir. Belki daha filizlenmeden, bir yangının alevinde küle dönecek nice umutlar vardır. Kırılmaların en yüksek yerinde geriye sadece bir hiçlik kalacak…
Sevgili Dost,
İnsan ne kadar güçlü olursa olsun, en nihayetinde kırılır. Ve kırıldığını göstermemek için de yeniden kırılır. Kim bilir kaç defa, ağzımızdan dökülen cam kırığı gibi kelimelerle, bir yüreğin pamuk ipliğiyle bağlı umudunu kesmişizdir? Derviş dememiş miydi: "Gönül taşla kırılmaz, ya ses tonuyla ya söz tonuyla kırılır." Kurmaya üşendiğimiz sevgi sözleriyle bir kalbi incitmiş olabiliriz. Zaman ayırmadığımız bir "Nasılsın?" kelimesi bile bir ömrü zindana çevirmiştir belki. “Bugün değil, yarın… Şimdi değil, birazdan...” deyişlerimizin pişmanlığı bizi hep ölüme bir adım daha yaklaştırır.
Kaç gece sancılı, kaç gündüz yutkunarak geçti... Bu saatler seni de içine alıyor değil mi?
Sevgili Dost,
Sana bu cümleleri yazıyorum çünkü sana kalbimi açıyorum. Lütfen bu sözleri, işlemeli bir mendilin kenarında sakla. Gönlünü ulu orta açma. Neden mi? Çünkü pusuda bekleyen art niyetli insanlar, orada sakladığın her kırıntıya göz diker.
Ve şimdi sanki bana şunu soruyorsun:
“Bunca olmazların ve çirkinliklerin içinde, dünyanın en güzel yeri neresidir?”
Cevabı kolay değil. Ama belki de o yer, semaya bakan ellerin avuç içidir. İki dudak arasında edilen bir duada, isminin özne oluşundadır. Evet, insanın en güzel yeri duadır.
Bak, biri senin için namaz sonrası dua ediyor...
Bak, biri gece vakti seni anımsayıp dua ediyor...
Bak, biri seni uğurlarken, ardından içtenlikle dua ediyor...
Bak, beli bükülmüş bir ihtiyar, senin adını geçiriyor duasında...
Ve belki de biri, Kâbe’nin önünde oturmuş, kalbinde yalnızca seni hissederek dua ediyor.
İnsana sevmek ve sevilmek için dua yeter...
Sevgili Dost,
Eskiler şöyle derdi: "Kalbi dar olanın dili geniş olur. Dili dar olanın kalbi geniş olur." Bu iki cümle, insanı anlamak adına bize büyük ipuçları verir. İçine kapanmış, kelimelere süs vermeyen, ama bakışıyla konuşan bir insanın gönlünü görebiliyor musun? Nasıl da bir ayna gibi parlıyor. Dokunsan, parmak izin kalacakmış gibi…
Ama dili keskin, kalbi yoksul insanların varlığı, sanki ruhumuzu örseliyor. Onlar görülmeyen yüreklerin katilleridir.
Katillerden bahsetmişken, çocukları öldürenleri unutmamak gerek...
Afrika’da, Myanmar’da, Bangladeş’te...
Ve en çok da Filistin’de... Gazze’de…
Sevgili Dost,
İnsanlar bu çağda açlıktan ölüyor. Evet, açlıktan...
Bir tutam un için canlarını veriyorlar.
Satmadıkları topraklar için ölüyorlar.
Dünyanın tamamını içine alan şu yeryüzü, küçücük bir kara parçasını bir halka çok görüyor.
Bebekler görüyorum… Kemikleri tek tek sayılıyor.
Ellerine bakıyorum; bir yaşlının elleri gibi buruşmuş.
Taze gelinler, hayatlarının baharında toprağa düşüyor.
Genç damatlar, yarım kalmış bir tebessümle yalnızlıklarına geri dönüyor.
Anneler artık çocuklarını emzirmiyor… Gömecek yer arıyorlar.
Sevgili Dost,
Hastaneler bir zamanlar şifa içindi.
Şimdi ölüm dağıtıyorlar.
Kayıt Tarihi : 18.10.2025 15:10:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!