Sana ne anlatmalıyım artık…
Sen gittikten sonra, havaların çok ısındığını mı ve benim bu ıslak sıcaklıkta, üşüdüğümü, bunu mu duymak istiyorsun benden?
Ne anlatacaktım ki sana? Darmadağın olmuş nedensiz düşüncelerim, hüsrana dönmüş bakışlarım, acemice acıları yaşayan bir yüreğin çöküşünü mü, tozu dumana karıştıran ayak topuklarımın, yürüyüşler sonunda, Karides kızarıklığı ile, sızlayışlarından mı bahsedecektim?
Hiç sevinme, veya üzülme halime. Her yorgun savaşçının, son bir gayretle veya, zafer belirtisi gibi sağ kaldığının sevinciyle, kılıcını yere çakışını mı tarif edeyim? Boş ver bunları, herkes acıda payına düşeni yaşadığı gibi, tozlu yollarda genzine kaçan kum zerrecikleriyle, öksürmekle, boğulmak arasında ki, bir tıkanıklıktan mı bahsedeyim, boğazında düğümlenen bir yumrudan mı?
Neyin mirası pay ediliyor yüreği tırtıklayan veya, hakkında kalem kırılan, yargısız mahkumiyet veren, hangi adalet kuralıdır ki?
Nedir bu, kurulmuş üç destekli idam sehpasında sallandığımı görmek, seni, belki de birkaç kişiyi mutluluk çemberinde raks ettiren?
Hangi acıyı kaç kişi paylaşmış ki, sen, sen benim herkesimsin diyenler tarafından?
Hayat, gelgitleri geçiştiren bir çok insanı yerde süründüren, zaman, zaman, yozlaşmış topraktan, bazen de, kurumuş bir bataklıkta, her an ayağı takılarak batağa saplanan heyecanı ile, devam etmez mi? Hangi dala tutunmalı, sevgi dediğin hayatının bütün iplerini eline verdiğin bir insanın seni Karagöz Perdesi gerisinde, loş ışıklı bir tiyatro perdesinde oynatılışına mı tutunmalı?
Hadi canım sende, senden önce de oyuncular vardı bu sahnede, giderken alkışlanan. Sonra da birkaç kürek toprakla yok olanlar, yıllar yılı saygı ile anılanlar, bazıları da kaybolanlar.
Sen nerede olacaksın, alkış seslerini duyabilecek misin, gururlanacak mısın, ardında bıraktığın “uğrunda ölürüm” dediğin yüreğinin, yaralı bir kaplumbağa gibi, iki adım ileri, bir adım geriye gidişinden?
Bunca zaman içinde planladığın, kandırdığını zannettiğin, plan bu mu, bunları mı görmekti maksadın? Ama unutma ki, her taarruz planının bir de, savunması vardır. Sen bunları da çok iyi bilirsin, ama bu sefer atladın… gidişini kolaylaştırmak için ne varsa yapılır, taktiğini bilmiyordun… kendi planın uygulanırken, bu taktik karşı tarafı her zaman mazlum yapmıştır.
Sen şimdi benim mazlum oluşuma hiç sevinme, çünkü sen de, acı paylaşımın arasındaydın… gitmek isteyene dur diye bilmiş, durdurabilmiş, bu güne kadar hiç kimse olmamıştır, herhalde, olsa da sonu hüsran olmuştur. Benden çok kitap okuyan ve bana okuma alışkanlığı veren biri olarak, sen bunu daha iyi bilirsin, değil mi? Hadi yanlış de, ya, bir de, de bakalım. Boş ver, bir veda etmemiş bir insandan da, bu istenir mi, bir bilen varsa söylesin, ben özür dileyeyim? Şimdi acılar içinde olduğunu kuşlar söyledi, ben de inandım ve güldüm…Kaçtı yine topuzun ucu, unuttum yine suskun olduğunu. Görüyor musun, sana bir şeylerden hiç bahsettim mi?
Sevgiye gelince, kimin, kimi ne kadar sevdiği, hiçbir birimle ölçülüp, kıyaslandığı görülmemiştir. Aradan yüzyıl, geçtiği hâlde, hâlâ sana yazıyorsam,
bu hangi ölçüdür birimidir? SEVGİ EN ÇOK UNUTMAK İSTEYENLERİ UNUTUR
bu, ‘Sen’sen, bu, ‘Ben’sem, hiçbir şeyin değişmediği bir hüsran olur…
Babası ölmüş bir çocuğa ne hissediyorsun diye sormuşlar, çocuk sadece bilmem, bilmem demiş acıyla… Vedalar sevgide, hep bilmemle, bilmiyorum la, sessizce geçiştirilmiş, benim ki, herhalde hep bilmemelerle dolu. Bilmem ki…
Hadi boş ver, herkes kendi ipliği kadar dikiş diker. Herkesin diktiği de, bazen kendine olmaz diye de bir fikir geldi aklıma…
Benim ipliğim bitti, sen alacağını aldın, şimdi, dik bakalım kendi dikişlerini. Elbet bir yerlerde, eline aldığın iğne kırılır…
Hayat hep kazananlarla geçiştirilmez bilirsin. Bazen kaybetmek daha sonra kazanmak gibi bir şey olur ama, gene de hiçbir faydası yoktur…
Daha sana ne anlatmamı istersin ki, daha ne anlatayım? Boş ver…
HÂLÂ HASRET PEŞİMDE,
HÂLÂ SEN İÇİMDE,
DONMUŞ BEDENİM GÖZLERİM,
YANGIN YÜREĞİMDE…
HÜZZAM BİR ŞARKI ÇALIYOR BİRYERLERDE, SANKİ BEN, SEN İÇİN…
Bak hava hala çok sıcak ve ben o malum saate, elimde bir sigara, dumanların peşi sıra, bakalım sabaha dek yolculuk nereye kadar?
Herhalde sen işlerini bitirmişsindir? Bitirmişsindir…
Hani o malum saatler… Benim kitap okuduğum, seninse uyuyamadığın saatler…
Hani birbirimizi hiç düşünmediğimiz saat sanki, aslında, inadına düşündüğümüz zaman dilimi… Hayat kazananların saatleri ile dolu, ben kaybedenlerdenim…
Ben sende çok kaldım,
kala, kala bittim,
arındım…
Sen bende hep kaldın,
ne yok oldun,
ne de, yok olundun…
ama, hep biten oldum…
Ortası yok bunun…
(Sakız Adası)
Mustafa Yılmaz 4Kayıt Tarihi : 6.5.2008 14:55:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!