Yumuşak, ufak kavisler çizerek yeryüzüne usul usul dökülmekten sıkılıp göğün ağarmış boşluğunda kaybolan kar tozlarıyla konuşuyorum. Damlarda seken martıların cılız bacaklarında, ak sakallı bir ihtiyarın kamburunda, yalnız çocukların ayazla kızaran avuç içlerinde, hep üşüyen bir kadının kuzguni saçlarında dolaşırken bana tekinsiz hayatın dilini tercüme ediyorlar. Aşkın, acının, suçluluk duygusunun tabiatına meydan okumaya çalışanları kâinatın masumiyetine inandırmak isteyen masalsı görüntüsünü seviyorum. Hayatın intikamcı olduğunu kısa bir süre de olsa unutturma kadrine sahip bembeyaz bir resmin içinde, yüz yıl önce kendine mutluluğu yasaklayan bir kadının hikâyesini okuyorum. Öylesine derin bir sessizliğin içine gömülmüşüm ki beni gören hiç kimse ne hissettiğimi anlayamaz. Arada mavi çan çiçekleriyle bezenmiş yaşlı fincanımdaki bergamot kokulu çaydan bir yudum alıp Boğaz’dan geçen şileplere bakıyorum. Buğulu, karanlık bir gecenin içinden geçerken hiç acele etmeden kayıp giden bir yıldız gibi süzülüyorlar. Bir kerelik olduğuna inandığımız hayat tecrübesiyle kıvranırken, yaşamın ve ölümün manasını neden bir bütün olarak idrak edemediğimizi düşünüyorum. Hep hazırlıksız yakalanıyoruz. Aşka, yaşamaya, onun doğal bir parçası olan ölüme... Zırhlarımızı kuşanıp sonunu bilmediğimiz maceralarda dolaşırken kendimize sıkıca tembihlediklerimizi unutmuş gibi sürüklenip duruyoruz. Biraz yaşama taklidi yaparak, biraz da kim olduğumuzu ve neden bu dünyadan geçip gittiğimizi unutarak varoluşun hakikatine tutunmaya çalışıyoruz.
Aşk, kaderin bir kaprisi mi?
Aşk ve ölüm, bir denklemin bilinemeyenleri... İnsanı yaratıcı kılan esrarengiz bir gelecek vaat ediyorlar. Aşkı kaderin bir kaprisi gibi gören, alçakgönüllülük ve cesaret yoksa aşk yoktur, diyen Bauman, ondan kaçılamayacağını, ertelenemeyeceğini söylüyordu. Hakiki bir aşkın ölümle benzerliği ne tuhaf değil mi? Sonunu bilemediğimiz tuhaf bir yolculuğa çıkmayı bu kadar çok arzulamak neden? İmkânsız bir geleceğin içinde kaybolmayı istemeye iten bu zehirli içgüdü hakkında düşünmek beni fena halde kışkırtıyor. Camille Claudel’in unutulmuş biyografisini tekrar okurken neden bu yazıyı yazmak istediğimi de keşfettim; kâinatta hepimizi birleştiren, bir yapboz oyununun parçalarını tamamlayan eksik hikâyeler var.
Dünya var olalı beri çirkin ve soğuk,
Erken içeceğimiz bir ilaç gibi.
Tadı dudaklarımızda acımsı, buruk.
Bu saatte gözyaşları, yeminler,
Boş bir tesellidir inandığımız.
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta