Ey deli yüreğim yaşamadın mı? 
Yaşlanmadın mı dert satırlarında
Tek tek karalayarak ne günler
Ne geceler yaşandı özlemlerle
Ya görmeseydi gözlerim
Tutmasaydın yüreğimin 
Bir köşesinden yüreğin
Tek tek kapansaydı çaldığın kapılar
Unutmasaydı yüreğim unutulmuşları
Ya sitemdir hayata ya da haykırış
Ya başlangıç bu isyan ya da son buluş
Dermanım tükenmeden son bir adım atış
Yürekliler mezarlığında acizliğime son koyuş
Dirayetim inadım hayata tutunmaya,
Pes etmeden kılıç sallamadan zafere
Kapanmasın gözlerim Azrail’in bakışlarında
Can çıkmadan sevdan çıksın damarlarımdan
Çaresizlerin dermanıyım dost haykırışında
Son soluklara tek nefes candan ayrılmış ruhum
Sevda mısralarında yazılan ben 
Ben sevda şehidi ben dost kapısı
Ben bu şehrin gizemli insan meleği
Bu ben değilim bu bendeki benden öte 
Sevgililer sevgilisi âşıklar parkının tak sahibiyim
 
Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil, içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir. Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur. Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında.
Hindistan'da Ganj Nehri'nin kıyısında yakılan yoksul adamın hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de... Newyork'ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de...
Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili, kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı hakikatlere daha yakınızdır, inan...
Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye. Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda, gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri, o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim. Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye...
Aşk çok eski bir şeydir sevgili. Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer. Sevdiğimiz insanların çocuklukları da... Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer. Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider, hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya...



