Filiz Kalkışım Çolak - Sevda Denizi (den ...

Filiz Kalkışım Çolak
65

ŞİİR


128

TAKİPÇİ



Sevda, cama vuran yağmurun sesinde titreyen bir özlemdi. Şulesinde yanan akşamların, içine çekilişinde ağlayan vav haliydi. Lavanta yağı akan koynun; çırılçıplak bir sabaha bağışlanan sancısında, en dayanılmaz çığlığından kopan zerreciğiydi. Körpe baharların masmavi gözlerine uyanmış bir ormanın, denizlere yavrulayan o yemyeşil derinliğindeki saf gölgesiydi. Uzanıp üstüne sırtüstü göğü seyretmeye doyamadığımız; ışık ışık ırmaklarca derinliklerinden aktığımız, güneşlerin, koynumuzda kavrulan en kızıl yeriydi. Sevda, bir kuş kanadında ki ışıyışın ruhuma tonlarca hafiflikte ki serpilişiydi. Çocukluğumun o daracık çamur patikalı yolunun sonunda; kucağını yarenliğime açan dostluğun mağrur bekleyişiydi.
Mahpeyker Hala, ince hastalıktan eşini kaybedince, içine düştüğü kederden ancak sevdiğini, eşini, yüreğinde yaşatmayı başararak kurtulabilmişti. Eşi; artık hayallerinde, yüreğinde, nefesinde, yeniden can bularak ölümsüzlüğe kavuşmuştu halanın. Dokunduğu, gördüğü, duyduğu her şeyde, eşini sevdiğini yaşıyor yaşatıyordu. Büründüğü hal, aşkın arınmışlık haliydi. Gecenin kucağında çırpınan yakamozlarca, zerre zerre göğe yükselen denizlerin göğsüydü . Dalar giderdi ta uzaklara! Gittiği yerlerde mutlu olurdu. Sırılsıklam kuşlar; bahar bahçe kirpiklerinden düşerdi, avuçlarına maviliklerin. Denizin üzeri bir curcunadır, güneşe inat ışık ışık çırpınırdı. Cıvıltılı ağızlardan, masmavi şarkıların pespembe nağmeleri yükselirdi. Şafak pembesi ağzında goncalanır, nefes aldıkça bahçedeki gül tomurcukları çatırdar, kan kırmızı bir hale bürünür, yollarıma gelincik pırıltıları sererek göğe fışkırırdı. Aşkı, Mahpeyker Haladan bilirdim. Bir kadının bir adamı sevmesinde ki incelikten. Başka türlüydü sevgisi bilirdim, kardeş sevgisine arkadaş sevgisine pek benzemezdi. İlkokul arkadaşımın, yanağımdan öpmesi gibi bir şeydi. Ama ayıptı bir erkek çocuğun bir kız çocuğunu öpmesi! Zaten kuşlar anneme söylemişti! Çok üzülmüştüm! Bir daha O’nunla konuşmamıştım. Büyüyünce; anne baba olunca, insan birbirini öpebilirdi ancak. Halanın, bedenden sıyrılıp özgürce uçup gittiği, zaman zaman yanımızdan göçtüğü o hali, geri dönüşünün izlerinde sızlardı .O an bahçede ki güller salgılanır, o sarhoş eden kokuyu yayardı, tüm körfeze doğru. O kokuyla deniz, sanki kendinden geçerdi! Bir süreliğine içine çekilir, kumsalları tamamıyla güneşin aç dudaklarına bırakırdı. Kum taneciklerinde ışıyan ağzı, kuruyuncaya, çatlayıncaya değin dalgalardan arda kalan tüm ıslaklığı emip bitirirdi. Sonra göbeğini bırakır, bir hışımla gelip geçerdi kumsallardan çılgınca. O sarhoşluğu başkaydı denizin! Köpüklerinden çağlayanların sesi yayılır halanın yüreğinden fışkırır, öylesi sönerdi. O sarsıntıyla otururdu hala. Yazmasını eline alırdı, saçlarını salardı yere doğdu. Yeryüzü saçlarının değgisiyle bir hoş olur, sanki toprağa düşen son cemrenin coşkusuyla kıpır kıpır, çimlerin arsından fışkırdı! Kelebekler konardı saçlarının yellerine. Küller savrulurdu maviliklere doğru. Bir göç başlardı. Gökte, kül kuşlarının gösterisinde, en incelen yerinde; ha koptu kopacak yok olacak küllerin senfonisi derken, bir araya gelen kuşların sessizliğiyle, kocaman bir kelebeğe dönüşürdü küller.. Nihayetinde aşk acısı yalnız değildi. Kaybettiği varlıkta bulduğu görünmezliği, görünmezliğinde kendini bulduğu sonsuzluk çeşmesiydi aşk, yaşayan yaşatılan yüreklerde.
Varlığım onun baba evinde ki ağrısı, sancısıydı .Beni başka türlü sever benimle başka türlü söylemlere girerdi. Çocuk kalbimde çırpınan bir kuştu Mahpeyker Hala ve o çırpınışa yüklenen gökyüzüydü. Yeryüzüne inen göğün, yağmurla karışan masmavi gözleriydi. Ta o zamanlardan aşık olduğum çırpınışların maviliklerin gökyüzüydü! O yansıyışlar o canım renk içinde bin bir masallara dalıp gittiğim o derinlikler, uçsuz bucaksız yüreğimin eviydi. Bütün melekler oradan gelirdi, denizlere inip çıplak ayak derinliklere kadar değen; devasa, yarısı denizin dışında kalan, sırılsıklam kanatlarından, gökler akan melekler. Ay ışığının çırılçıplak göğsünde içime içimi yansıdığı, rüyalarıma peri yavrularını, deniz kızı sürülerini, kuşları getiren melekler oradaydı gökyüzündeydiler!...
O iki göz, pencereleri mavi boyalı evde, üç çocuğuyla yaşayan halaya her gidişim başka bir serüvene dönüşse de bütün serüvenlerimin özü, masmavi deniziydi halanın evinden seyre daldığım körfez. Penceresinden sabaha kadar denizi izler Deniz Kızını görmeyi hayal ederdim. Gündüzleri, güneş ışınlarının yüzeydeki çırpınışını seyre daldığım güneşin, doğurduğu su kuşlarını izler, ne zaman havalanacak ve üzerimden geçerken kirpiklerime cıvıltılar yağdıracaklar diye beklerdim. Bir an bile unutup oyuna dalsam, geçtiklerini ve gözlerimi onlardan ayırdığım için su kuşlarını göremediğimi sanır,oyunu bırakır, yine saatlerce denizi seyre dalardım. Denizle aramda ki aşk gökyüzünde ki derinliklere bakıp bakıp kayboluşum; gündüzleri içine düştüğüm dalıp gittiğim başka rüyaların serüvenlerini fısıldardı, diğer taraftan kulağıma! Geceleriyse, başka güzeldi halanın evinin.
Kuzey yıldızı doğardı, uykularımızın içine o zamanlar. Bu defa güneş uyuyor, Kuzey Yıldızı uyanıyordu sanki düşlerimin içine! Odanın içi ışık oyunlarıyla dolardı. Dışarıdan evin önünde ki portakal ağaçlarının gölgesi karışırdı Kuzey Yıldızının dansına. Gece, geç saatlere kadar çalan radyonun o sıcacık dostluğu bir taraftan, halanın kâh alçalan kâh yükselen; dalga dalga ruhuma sokulan, giderken beni benden alan sesi diğer taraftan, beni inanılmaz duygularla coştuğum o sıcacık diyarların öykülerin dokunuşlarına bırakırdı. Bir peri kızı gelirdi, elinde ay ışığından bir kanadı, yüzümde gezdirirdi. Tam gıdıklandım uyanacağım derken koynuma iner, koynumda uyuyan gelincikleri uyandırdı. Derken, her yerden gecenin rengine dağılmış, kızıl konfetiler yağardı. Hapşırırdı peri kızı ve süzülüp pencereye doğru, Kuzey Yıldızının ışığıyla kaybolup giderdi. Nedense bilinmez, inadına sanki unutulmuş da kendini hatırlatan biri gibi mırıldanmaya devam ederdi radyo! Yer yer bastıran türküleriyle; odanın içine dalan köçekleriyle duvarda inleyen ahşap radyo…Derin uykulara daldığım o gecelerin masumluğuyla, uyur uyanır halayı yüzündeki o tebessümle görürdüm. Niye gülümsüyor, kime gülümsüyor diye düşünürdüm, radyonun inadına bastıran sesiyle. Ara ara duvarda ki altın varaklı çerçevede ki düğün resmine bakar, adeta akar giderdi hala sonsuz bir düşün huşusuna! Aşık olmak böylesi bir şey olsa gerek diye düşünürdüm. Bahçede ki güllerini bile, eniştemin yerine koyuşu gelirdi aklıma! Onlara su verişi; incitmekten korkar gibi itinayla dokunuşunda ki inceliği ellerinin titreyişini düşünürdüm. Sanki güllere dokunuşunda titreyen halanın elleri değil eniştenin yüreğiydi! Büyüyen dolan gözbebeklerini etraftakilerden kaçırırdı. Ağlardı bilirdim. İncinmiş bir gül yaprağı gibi titrerdi, içindeki denizler. Kan kırmızısı çağlayanlara kapılırdı, her ardına sakladığı gözyaşlarında gülleri susardı. Güllerine dokunulmasından bu sebeple olsa gerek hiç hoşlanmazdı! Ne zaman biri güllere dokunsa, kopartacak olsa, bir bağırtı kopartır; ‘’güllerimden çekin ellerinizi!’’ diye feryat ederdi. ‘’Yaşar’ım cennet kokulum!’’ diye mırıldanır inanılmaz sözler söyledi güllerine. Yanında oyuna dalmış gibi görünsem de her şeyi duyar işitirdim. Bazen, ‘’Hala, benimi daha çok seviyorsun gülleri mi, ımm yoksa Yaşar’ını mı ?’’diye ona sorular sorardım. Her defasında, seni ceylan gözlüm, seni gülüm derdi, kahkahayı basardı ardı sıra. İkna olurdum olmasına da Yaşar Enişteme olan sevgisinin başka türlü olduğunu yine de bilirdim.

Tamamını Oku