Hani hep diyoruz ya, “seni ölene kadar seveceğim”. Bu cümle bana her zaman yavan gelir, bir eksiklik var, ikinci bir tekil şahıs daha olmalı bu cümlede. Ya “seni sen ölene kadar seveceğim” ya da “seni ben ölene kadar seveceğim” denmeli bence. Ne gariptir ki bu cümleyi söyleyenler de, bu cümleye maruz kalanlar da çok anlamlı bir cümle imiş gibi kullanıp geçerler.
Bu aslında sevgiye zaman biçmektir. Oysaki sevmenin zamanı, süresi, yaşı olmaz. Gerçek sevgi küçücük bir yürekte mekân bulsa da zamana sığmaz. Neden her şeyin bir süresi olduğu düşünülür ki? Biz insanoğlu her şeyin illa bir sonu olduğunu düşünmek zorunda mıyız? Ya da sevmek için neden belirli bir süre ayırırız ki? Öldükten sonra sevemez miyiz? Ya da ölenler sevilmez diye bir kaide mi var? Sevmenin süresi mi var? Sabahı, akşamı mı var? Ya da Sevmek için ergen mi olmak lazım? Yaşlılar ya da çocuklar sevemez mi? Hani sevmenin yaşı yok diyorlardı…?
Bir de sınır koymuyor muyuz? Sanki herkes sadece bir kişiyi sevmek zorundaymış gibi. Kendi koyduğumuz bu sınırı aşmak bize yakışıyor da sanki diğerlerine yasak. Aslında zor ama muallâkta kalınmayan bir konu sevmek, bu konuda herkes keser gibi hep kendine yontar, hiç karşıya aynı olanakları sağlamayız nedense.
Öyle bir konu ki sevmek, dallanır budaklanır. Bin bir çeşit olur kendi arasında anne-baba sevgisi, evlat-torun sevgisi, vatan-bayrak sevgisi ve saire bunlar hemen herkesin ortak sevgileridir. Bir de kişisel sevgilerimiz var herkesin kendine özel sevdikleridir ki bunlar başkalarını ilgilendirmez. Bir de yar sevgisi var sevgi dediğimiz de aklımıza ilk gelen, gerçeğine zamanımızda ender rastlanan. Ya da adını şimdilerde aşk dediğimiz aylık, haftalık, günlük hatta saatlik sevgiler.
Ne zaman güneş batsa bu son gecem diyorum
Vazgeç yalan dünyanın köhne saltanatından
Yetişir bunca keder, bunca elem diyorum
Her şey sağır içimde ne şiir ne musiki