“Mutlu değilim belki,” dedi, “ama barıştım.”
---------
BÖLÜM 1: BAŞLANGIÇ VE BİTİŞ ARASINDA
Sabahın ilk ışıkları perdelerin arasından süzülüyordu.
Murat, gözlerini açtığında odadaki sessizlik ona yabancı gelmedi.
Yıllardır aynı sessizlikle uyanıyordu, alışkanlığın, kabullenişin sessizliği.
Bir zamanlar aynı yatakta dönüp birbirine gülümseyen iki insan, şimdi birbirinin sırtına dönmüştü.
Ayşe’nin nefesi derinden ve ritmikti.
Murat, onun yüzüne baktı bir an.
Göz kapaklarının altında yılların yorgunluğu, belki de kırgınlığı gizliydi.
Bir zamanlar onu bu kadar çok sevdiğine inanamıyordu.
Ama gerçekten sevmişti, hem de delicesine.
Onun kahkahasına, saçlarını rüzgârın dağıtışına, bir kahve fincanını iki eliyle tutuşuna hayran olmuştu.
O kadınla bir ömür geçirebileceğini düşünmüştü.
Ve öyle de olmuştu.
Yıllar geçmiş, birlikte bir ev kurmuş, eşyalar almış, misafir ağırlamış, hesap ödemiş, birbirlerine “biz” demeyi öğrenmişlerdi.
Ama bir noktadan sonra “biz” kelimesinin içi boşalmıştı.
Sanki birileri o kelimenin içinden duyguyu çekip almış, geriye sadece kabuğunu bırakmıştı.
Artık Ayşe’nin ses tonu onu rahatsız ediyordu.
Ayşe’nin soruları, ilgisi, hatta sessizliği bile.
Oysa biliyordu, suç sadece onda değildi.
Kendisi de değişmişti.
Artık o evde, o evliliğin içinde olmaktan çok, orada olmamanın hayalini kuruyordu.
Bir akşam, işten dönerken arabada aynadan kendine baktı.
Yüzündeki çizgiler derindi ama daha çok içinden geliyordu o yorgunluk.
Kırklı yaşların ortasında, içinde biriken o sessizlik onu boğmaya başlamıştı.
Ne bağırabiliyor, ne ağlayabiliyor, ne de sevinebiliyordu.
Sadece yaşıyordu, ama yaşamıyordu.
O gün, trafiğin ortasında birden radyodan bir şarkı çaldı:
- “Sevgi dediğin bir rüzgâr, eser geçer bazen.”
Gözleri doldu.
Çünkü gerçekten de öyleydi.
Rüzgâr çoktan geçmişti.
Ve o hâlâ aynı yerde, sessizce duruyordu.
BÖLÜM 2: KIRILMA NOKTASI
Ayşe o sabah kahvaltı masasını hazırlarken, farkında olmadan aynı ritüeli tekrarladı:
İki dilim ekmek kızarttı, Murat’ın yumurtasını az pişirdi, çayını şekersiz koydu.
Yıllardır aynı kahvaltı, aynı sessizlik.
Ama bu defa bir şey farklıydı.
Murat, mutfağa girdiğinde gözleri sanki evin duvarlarından öteye bakıyordu.
Ayşe bir an elindeki bıçağı durdurdu, sonra alışkanlıkla gülümsedi.
“Yine erken kalkmışsın,” dedi.
“Evet,” dedi Murat, başını eğerek.
Sadece o kadar.
Ayşe bir şeyin yanlış olduğunu hissediyordu.
Ama soramadı.
Çünkü cevap duymaktan korkuyordu.
O gün Murat işe gitmedi.
Arabaya bindi, şehir dışına doğru sürdü.
Radyoyu kapattı, sadece motorun uğultusu vardı.
Bir köy yoluna saptı, arabayı durdurdu.
Camı açtı.
Temiz hava ciğerine dolarken kendi kendine fısıldadı:
“Ben ne zamandır kendim değilim?”
Kendine itiraf edemediği bir boşluk vardı içinde.
Ayşe’yi sevmemek değildi bu; ama artık onunla olmamak isteği, sevginin yerini almıştı.
Sanki aynı kitabın son sayfasında kalmışlardı, ama Ayşe hâlâ hikâyenin devam ettiğine inanıyordu.
O akşam eve döndüğünde Ayşe’nin gözlerinde bir şey yakaladı, endişe, belki sezgi.
“İyi misin Murat?” dedi.
Murat sustu.
Birkaç saniye sonra sadece “Yorgunum,” dedi.
Ama o cümlede, “Artık burada olmak istemiyorum” gizliydi.
Ayşe onun bu sessizliğini önce iş stresi sandı.
Sonra kendine yükledi:
“Belki de ben yeterince ilgilenmedim. Belki değiştim.”
Ama o farkında olmadan ne kadar uğraşırsa uğraşsın, Murat biraz daha uzaklaşıyordu.
Geceleri aynı yatakta, farklı rüyalar görmeye başladılar.
Ayşe bir çocuğun kahkahasını duyduğu rüyalar görüyordu sıcak, umut dolu.
Murat ise karanlık bir yolda yürüyordu, ardına bakmadan.
Bir gece Ayşe uyandığında Murat’ı salonda buldu.
Elinde eski bir fotoğraf vardı, düğün günlerinden.
İkisi de gülüyordu o karede.
Ayşe yaklaştı.
“Ne güzel çıkmışız, değil mi?” dedi.
Murat bir an baktı, sonra fotoğrafı masaya bıraktı.
“Evet,” dedi kısık bir sesle.
Ama içinden şunu geçirdi:
- “O fotoğraftaki insanlar artık yok.”
BÖLÜM 3 VEDALAR SESSİZ OLUR
O kış erken gelmişti.
Soğuk, şehrin kaldırımlarına sessizlik gibi çökmüştü.
Murat, her sabah olduğu gibi işe gitmek üzere hazırlanıyordu.
Ama o sabahın bir farkı vardı:
Gideceği yer artık iş değildi.
Valizini sessizce hazırladı.
Fazla bir şey almadı, birkaç gömlek, birkaç kitap, bir de eski bir not defteri.
Evden ayrılmak kolay değildi, ama kalmak daha zordu.
Ayşe, mutfakta kahve hazırlarken fark etti valizi.
Bir an durdu, elindeki fincanın içindeki kahve dalgalandı.
“Seyahate mi çıkıyorsun?” diye sordu.
Murat gözlerini kaçırmadan baktı.
“Evet... biraz yalnız kalmam gerekiyor.”
Ayşe’nin içi buz kesti.
Bu cümle, yıllardır duyduğu en uzun cümleydi — ve en ağır olanı.
Bir şey söylemek istedi ama boğazından kelimeler geçmedi.
Sadece “Ne kadar?” diyebildi.
“Bilmiyorum,” dedi Murat.
O anda, evin içinden sessizlik yükseldi.
Çatal kaşık sesleri bile sustu.
Saatin tik takları bile rahatsız edici geliyordu artık.
Ayşe başını eğdi, ellerini birbirine kenetledi.
“Beni artık sevmiyor musun?” diye sordu sonunda.
Murat uzun süre cevap vermedi.
Sonra alçak bir sesle,
“Sanırım... artık ikimiz de eskisi gibi değiliz,” dedi.
O cümlede ne öfke vardı, ne nefret.
Sadece bir kabullenme.
Ve o an Ayşe anladı:
Bazen insanlar birbirini sevmekten değil,
birbirini yavaş yavaş kaybetmekten vazgeçer.
Murat kapıya yürüdü.
Ayşe arkasından sadece bir kez seslendi:
“Murat…”
Murat durdu, ama dönmedi.
“Eğer bir gün dönersen,” dedi Ayşe, “beni değil, kendini bul.”
Murat o an gözlerini kapadı.
Kelimeler boğazında düğümlendi.
Sonra kapıyı açtı, dışarı çıktı.
Soğuk hava yüzüne çarptı.
Ama içindeki yük hafiflemişti.
Yürürken arkasına bakmadı.
Çünkü bazen bakmamak, en dürüst veda biçimidir.
---
O gün Murat evden ayrıldı.
Ayşe aynı evde kaldı, ama artık orası bir “yuva” değildi.
Herkes kendi sessizliğine döndü.
Ve ikisi de biliyordu:
Bazı ayrılıklar, kimsenin suçlu olmadığı ama herkesin biraz eksildiği hikâyelerdir.
BÖLÜM 4: YILLAR SONRA
Aradan iki yıl geçmişti.
Murat artık başka bir şehirde yaşıyordu.
Küçük bir kasabada, denize bakan bir evde.
Geceleri rüzgâr pencerelere vururken, içi hâlâ biraz boştu, ama huzurluydu.
Bir sabah postacı, kapısına bir davetiye bıraktı.
Zarfın üzerinde tanıdık bir el yazısı vardı:
“Ayşe.”
Davetiye, bir sanat galerisinin açılışı içindi.
Altında kısa bir not:
> “Belki gelmek istersin.
Artık birbirimize yabancı değiliz, sadece farklı yerlerdeyiz.”
Murat uzun süre o kâğıda baktı.
Sonra, içindeki merak ağır bastı.
---
O Gün
Galeri kalabalıktı.
Duvarlarda tablolar asılıydı, sade, ama derin.
Bir tablo Murat’ın dikkatini çekti:
Bir masa, iki sandalye ve aralarında boş bir sandalye.
Altında küçük bir imza: “Ayşe K.”
Tam o sırada arkasından tanıdık bir ses duydu:
“Beğendin mi?”
Döndü.
Ayşe oradaydı.
Saçları biraz beyazlamış, yüzü olgunlaşmıştı.
Ama gözlerinde o eski dinginlik hâlâ vardı.
Murat başını eğdi.
“Çok güzel olmuş,” dedi.
Ayşe gülümsedi.
“Bu tabloyu bizim için yaptım.
Bir zamanlar aynı masadaydık, ama konuşmayı unuttuk.
Sonra ben boş sandalyeyi boyadım…
Çünkü bazı sessizlikler de hikâyedir.”
Bir süre sessizce durdular.
Ne geçmişi konuştular ne de ayrılığı.
Artık söyleyecek bir şey kalmamıştı.
Sadece bir anlayış vardı:
Birbirini affetmiş iki insanın sessizliği.
Murat çıkarken kapıda durdu.
“Mutlu musun?” diye sordu.
Ayşe hafifçe gülümsedi.
“Mutlu değilim belki,” dedi, “ama barıştım.”
Murat başını salladı.
“Ben de,” dedi.
Sonra dışarı çıktı.
Hava hafif yağmurluydu, ama içi ilk defa ıslanmıyordu.
Deniz kenarına yürüdü, cebinden eski bir not defteri çıkardı.
İlk sayfasına yeni bir cümle yazdı:
- “Bazen sevmek, gitmeyi bilmekle başlar.
Not: Bu hikaye bittiğini bildiği halde bir türlü gidemeyenler için...
Yazan
Korhan KÜLÇE
Kayıt Tarihi : 1.11.2025 12:51:00
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.



Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!