hançer maviye deydi
bölündü ikiye hançer
mavi düşledi hançeri aslında öncesinden
ve değeyeceği anda çelikleşti adeta
hırçınlaştı taa ciğerinden dur dedi
ve en keskin yeriyle karşıaldı hançeri
hançer şaşkınlık içinde
ve onca keskinliğiyle
bir elma gibi
hançer bölündü ikiye
rüstemin kılıcı değidi maviye ışıldayarak
dualarla feryatlarla
karataşı un eden rüstemin gücüyle değidi
yedi başlı ejderi yere seren yalınlığıyla değidi
kılıç bölündü ikiye
rüstemin ellerinde
mavi en hasıyla durdu
eldeğememiş gibi durdu değdiği yerde
sadece hafif bir iç geçirdi
rüsteme ah olmasın diye
ve öylece baktı pala kılıca mavi
başıönünde
sonra
dağdan kızlkıyamet koptu
dağlar delindi
ins cin canlı ne varsa dile geldi çölde
kırmızı elmalar koptu dalından en has ellerle
kafdağının ardı aşıldı
kulakları sağır eden
gözleri yerinden çıkaran
yürekleri çoşturan ağlatan kızgın yağlar gibi dağlayan
aşk geldi
önce hafifice gülümsedi yerinden
onca kızılkıyamete onca hezeyana
onca asilliğine ve asiliğine aldırış etmeden
yinede hafifce gülümsedi
alay eder gibi
rüzgarda savrulan bir gülün tene dokunuşu gibi
bir annenin yavrusunu öpüşü kadar hafif
bir evliyanın dudağındaki dua kadar sade
dokundu maviye
mavi önce dalgalandı
sonra köpürdü köpürdü
bütün kainatı yutacakmış gibi
varlığının sonu gelmiş gibi
çiğerleri yerinden sökülmüş gibi
bölündü ikiye
öksündü
eyvahlar etti
mavi ikiye bölündü
aşk dimdikti.............
Kayıt Tarihi : 3.6.2008 16:58:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

“derin acılar dilsizdir.”
derinlik delisi
nasıl, yakışıklı oldu mu?
insan kendi hikâyesinin en önemlisi olduğuna inanmak gibi bir sakatlıkla doğmuş ne yazık.
daha da kötüsü yarattığı kurgulara tüm samimiyetiyle (ama anlık samimiyet diye bir şey de var) inanabilmek ve bununla başkalarını da zehirlemek gibi zayıflıkları var. zehir yayıldıkça “a perfect circle” a ulaşıyoruz, ulaştıkça nirvanaya yaklaşmakla beraber genelde varamadan çakılıyoruz yere. güm!
mesela dünyadan olanı tanrısallaştırma hatasına düştüğünü anlamak, melek filan değil de aslında en basitinden bir insancık olduğunu fark etmek tırnaklarının çekilmesinden pek farklı değil.
serde bu tırnak acısıyla dövünmek, herkesin önünde organlarını parçalayıp histeri krizlerine girmek var. ama başka şeyler de var. açıklamaya çalışalım;
eski bir dost “bu dünyada ne yaparsan yap, dönüp dolaşıp aynı menüleri yersin” derdi.
bir başkası da “kendini sürekli aynı durumda cebelleşirken buluyorsan, orada alamadığın bir ders vardır, git ve al” derdi. haklıydılar. büyük cümlelerimiz, büyük filmlerimiz, büyük oyunlarımız var hepimizin.
sorun şurada ki bunların hepsi de boyumuzdan büyük. ama, hadi itiraf edelim aslında o kadar da büyük değiller. büyüten biziz, sürekli aynı menüye fit olan, oradaki kahrolası dersi bir türlü alamayan biz son çare olarak ölü taklidi yapmayı seçiyor, son çare de tükendikten sonra metafor manyağı oluyoruz.
lakin bunlar da kesmeyince acının öznesine şuursuzca saldırıp acının zaten göreli olan derinliğini zedeliyor, çirkinleşiyoruz. susmayı bilmeye ihtiyaç duyduğumuz yer tam da burası.
bir de gitmeyi bilmek var. basit bir insancık olarak kaldıramadığın bir filmin içinde bulunca kendini, ayağına taş bağlayıp kendinin içine atlamak, bulaşık olmadan temiz temiz silinmeyi bilmek.
fade out
gitmesini bilmek herkes için en iyisi aslında.
tam da bu sıralarda dilsiz kalması gereken bir acıyı yutkunuyorken, onu çirkinleştirmemek ve iyi bir film olarak hatırlamak için elimden geleni yapıyorum. bu bahse dair her türlü cümleyi susarak, nikotin bandının orospuluğuna (sözünü tutmadı) bile öfkelenmeden kendi içimde taklalar atıp yere çakılıyorum.
ama bağırmıyorum, asla. çünkü iç kanamanın da güzel bir tarafı var.
eski zamanlarda filmim anlaşılmadığında kahrolurdum. şimdi, gerçekten iyi bir dalış için yalnız olmam gerektiğini biliyorum. boğulurken biri elimi tuttuğunu söylüyorsa aslında yeterince derinde olmadığımı biliyorum.
sığ sulardaki balıkların samimiyetini sorgulamak değil mesele; sizinle daha derinlere geleceklerini umarak, sığ sulara ait kurgu filmlerde kaybolmak da asla hata değil. çünkü “hiç kimse suçlu değil aslında”
hata gitmesini bilememek, yolculuğa devam edememek, anlatılamayan imkânsızlıkların bile bir gün mümkün olabileceğini görememekte.
yutkunmak gibi bir yetiniz varsa kullanın diyorum özetle, hem kimse bir hiçbir şey anlamıyor hem de acınızın bir anlamı oluyor.
“derin acılara sonsuz ıssızlıklar yakışır”
TÜM YORUMLAR (1)