Sudaki taş dilinden:
-Yanık tadı gibi düştüm bir gün içine. Bir danstır
tutturduk ilk andan beri. Sırtım, kalçalarım
sürtünüp duruyor sen üstümde gidip geldikçe.
Bellek dilinden:
-Ekmeğin bağışıydın bana. Bense korku tüneli,
Neden halâ gelmedi, yoksa
Saati mi şaşırdı bu hıyar?
Gerçi hiç saati olmadı ama
En azından birine sorar.
Cebimde bir lira desen yok,
Devamını Oku
Saati mi şaşırdı bu hıyar?
Gerçi hiç saati olmadı ama
En azından birine sorar.
Cebimde bir lira desen yok,
Öyle birine ata de ki peygamber övgüsü almış olsun...
..İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal... İkinci Mustafa Kemal, onu 'ben' kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!
Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir.
Atamı saygı ve sevgiyle anıyorum...
Bir Cumhuriyet kadını olarak, Ata’mızı derin bir sevgi, saygı ve minnetle andığımı belirterek başlamak istiyorum söze:
Şimdilerde adları pek hatırlanmayan “Türkiye Yazıları”, “Kavram Kargaşa”, “Sombahar” gibi, Türk edebiyat dergiciliğine damgasını vurmuş yayınlardan gelen bir esintidir günün şiirindeki şairimiz. Türk diline olduğu kadar Fransızcaya da hâkim; hem şair, hem düzyazıcı, hem çevirmen olarak ve de Pablo Neruda yazılarıyla biliriz onu. Dicle Üniversitesinden yetiştiği için midir bilemem ama Diyarbakır’a has, sözcüklerle dans etme becerisine sahip bir şair/ yazardır. Yurtdışında yaşayan kalem erbabında sıkça görülen hastalığa (ana diline yabancılaşmaya) Karaçoban’da rastlamayız. Aksine dil zenginidir, eleştirmen ve direnişçidir, cesurdur. Çevirileri o denli sahicidir ki, gerçekten şair olmayan birisi böylesi yorumlamalar yapamaz. Muhtelif çalışmalarından bazı örnekler vermek istiyorum…
__BİR KENT İÇİN SORULAN SORUYA YANIT__
Tanırım bu kenti
Bizim sokakta oturur /
İçine atıyor artık tanıklığını
Bir ara hırpalandığından beri /
Şen yüzünde menevişler,
Altında kahır saklıdır /
Karışır gider sokaklara,
Geceleyin fısıldanan bir şiir gibi /
Bakarsın çekilen bir halaydır /
Gelin arabasına bağlı bir yazma /
Bakarsın bir ağıt olarak karşılaşır
En olmaz yerde kendisiyle /
Tanırım bu kenti
Kapı komşumuzdur /
İyi huyluydu eskiden /
Bunalıma düştü şimdilerde /
Bol içki bol bol uyuşturucu /
Okuduğu da yok nicedir /
Tanırım bu kenti /
Pek sık görüşmüyoruz
Eskisi gibi…/…
(A.Karaçoban)
“Ne çok yaralayan sözcüklerimiz var; kolayca yaralayan ve ne kadar az iyileştirenler! Bakışları çalınmış gözlerimizden başlıyor ilkin anlamın hançeri. Dilden fırlayan ne ki! Sözcükler... Taşların altındaki nemde yaşayan güneşi görünce dört bir yana kaçışan… İlişkideki yaşlanma daha sınırına varmadan yaklaşmaya kısa ömür biçiveren... Açlığın bozkırında yükseltiyorlar duvarlarını; sinirlerin burçlarında pusuya yatıyorlar kaynar kanlarıyla. Sözcükler... Bal kovanında arıya eşlik ediyorlar, şarkıların suyunda yunuyorlar. Dizelerin merdivenlerinden bedenimizi indirenler onlardır buğdaylarını saçarak: aşağı indiğimizde elimizde kalan bir demet başak, damgasız yolculuk belgesi...
Ancak ne kadar az bizi iyileştirenler…”(A. Karaçoban, “ANLIK GÖRÜNTÜLER’den bir bölüm.)
__BİLGİSAYAR__
(Jean Ghata'ya)
Tıraş bıçakları ikiye bölüyorlar sözcüklerimizi.
Kimin ağzından çıkıyoruz? Evren, şafağın
sislerinde yitmiş bir Boeing. /
Hiçbir şeyi sevmiyoruz bilgisayar çağında. /
Yıldızların gebeliğini öngörmek yeterli.
Kapak mankeni kızlar geveze şairlere
randevu vermiyorlar artık. Anlamak isteyenler
dom dom kurşunu yiyecekler karınlarına. /
Ruh, çok pahalı bir köpek: sandviç atılsın kendisine!
Özlem mühürlenmiş. Kuşkunun onuruna
sıkıntımızdan daha uzun metrajlı bir film çevireceğiz. /
Kim boşaltacak karşılıksız gözlerimizi /
bir banka gibi? Kutsal dağ hapını içiyor
ve hiç gebe kalmayacak… /…
Alain Bosquet - (Çev: Aytekin Karaçoban)
Yukarıdaki şiirde ise sudaki taşın, belleğin, ömrün, aşkın, şiirin pencerelerinin hepsinden tek tek bakmış şair. Ve ne güzel söylemiş;
“Şiir dilinden:
-Tanıdığım en güzel çan sensin ey zaman.
Topuzun ben olaydım…/…”
Zaman ki bize acıyı, mutluluğu, aşkı, tehlikeyi; kısacası insana dair her duyguyu yaşatır. Zaman çanının topuzu biz olsaydık ne olurdu acaba? (Tokmak değil, çanın sesini yükselten topuz olsaydık…)
Dilediğimiz anlarda, dilediğimiz kadar uzun ya da kısa çalsaydık mesela!
Şiir gibi kudretli olur muydu dilimiz?
Şairin de vurguladığı gibi, “yaralayanlar” yerine “iyileştiren” sözcükler söyler miydik?
Karaçoban’ın Antolojide kayıtlı olduğunu bilmiyordum.
Kurula teşekkürlerimle…
Ne bu ya?
Bugünün hiç bir önemi yok mu?
Atamızı 74. ölüm yıl dönümünde saygı, sevgi ve şükranla anıyoruz.
Ne mutlu TÜRKÜM diyene
Atamızı saygı ve sevgiyle anıyoruz
namık cem
Bu şiir, 'fikrin neyse zikrin odur.' gibi. İlk okuduğunuzda anladığınız anlam aynası.
Fakat, 'hiçbir şey göründüğü gibi değildir. bugün hayat veren su, yarın sizi boğabilir.' gibi bir durum var.
'Tanıdığım en güzel çan sensin ey zaman. Topuzun ben olaydım.' demiş olması bile ayrıca şiir. Doğru şiir, yanlış zaman. Doğru zaman, Yanlış şiir.
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ü saygıyla, minnetle, rahmetle anıyoruz. Ruhu şad olsun.
Saygılar,
Ben sizin şiirlerden bir şey anlamıyorum agalar.
Siz de benden bir şey anlamazsınız.
Bu şiir ile ilgili 18 tane yorum bulunmakta