Gecenin ala şafağında kargaların kahvaltı vakti
Sokağın karanlık gölgesinde in cin top kovalar
Sabah ezanı okuyacak hoca minarede yok sanki
Kaldırımları arşınlamış uyurgezerlere benzeriz
Kırk parçaya bölünmüş kafamızda koşan kırk tilki
Dar alanda kısa paslaşmalarla perişan haldeyiz
İşe gitmek istemesem de servise ilk ben binerim
Ruhunu kasaba teslim etmiş her kurbanın dramı
Kendimi tanıtmadan lafa daldık sahi ya ben kimim
Efendim ben iki servis sorumlusundan hırpani olanı
Yoksa servis sorumlusu da ne ola ki mi dersiniz
Araca ilk binip son inen sıradan bir insan olmalı
Sorumludan daha ziyade sorunlu da diyebilirsiniz
Dolmuş piyasasında biraz kâhya biraz muavin gibi
Ya da yeri geldikçe boş yapan muzip bir değnekçi
Meşhur Don Kişot’un kendi kendine savaş açanı
Yahut hesapları şaşmış bir kaldırım mühendisi
Belki hayaller âleminde boş gezenin boş kalfası
Yarım göz, leyla başımla şoförlere yol anlatırım
Tamirde bir vida artırmak ustalık nişanesidir ya
Övünmek gibi olmasın ben ne duraklar atlarım
Çuvaldız kendi nasibim iğnelerse kalan herkesin
Yüksek binanın camından Emre Bey servisi keser
İkinci sorumlu aşağı damlar ki eşi de gelebilsin
Yoksa genç çiftimiz klimaları biraz fazla mı sever
Onlar sağ öne geçerken yağmur kar boran gelir
Çok uzak yollardan gelen yolcumuzun adı Baran
Daha yaşı genç askerliği çok, yürümek iyi şeydir
Son güneyli yolcumuzsa durağa zor bela varan
Asfaltta soluk soluğa kalıp can havliyle koşturur
Ayağına pislik değer diye kaldırımlara düşman
Ahmet Bey basket maçı gibi son saniyede oturur
Yüce tarla durağında bir adam tepe taklak sanki
İkinci durağın en renkli siması bizim Adem Efendi
İkinci durak dedikse canım o tamamen lafın gelişi
Adem Efendi’yi her durakta görmek mümkündür
Uslu çocukların şirinleri görmesine benzer bir durum
Akşamcı reis taksiye atlayıp istediği durakta görülür
Akşamcı dediysek hovarda değil, babalık zor kurum
Ne yapsın bizim üstada her Allah’ın günü mesai
Bir keresinde ona özenip ben de servisi kaçırdım
Hani tam da hacının hacıyı Mekke’de bulma hikâyesi
Gebze Treni’nde beni bulup Mustafa diye seslendi
Yolda yalnız gitmektense Mustafa olmaya razıyım
Adem Bey’le beraber Özlem Hanım da vardır
Ayakları rakip koltuk için çift vuruşluk kalksa da
Arka sıralarda kendi halinde hoşça bir insandır
Ağır başlı iyi huylu ataçlarla hayata tutunmakta
Doğal Bey doğal olarak evinde uzaktan çalışır
Humbaracı gibi koltuğu mancınık yapmakta usta
Doğası gereği işinde gücünde iyi bir adamdır
Sessiz sedasız son yolcumuzsa Suzan Hanım’dır
Kayış Dağı’nın eteklerinde dinmek bilmez susuzlukla
Esra Hanım servisimize su deposundan dâhil olur
Su ikmali yapılmış yolcumuz yeni bir güne başlamakta
Nadiren de olsa küçük şirin kızı şeref konuğumuzdur
Sonra camiden içeri dalıp eczane durağına varırız
Nöbetçi eczanenin önünde bereket hasta yoktur
Sanki haki renk üniformalı kurşun askerler ararız
Rahmetli Halil Abi’den yadigâr Mustafa Haki Kozan
Mustafa Osmaniye’deki şirin ilçemizin tam zıttıdır
Hani bilenler bilir Adana’yı bozan Kadirli’yle Kozan
As yolcularımızdan Erdem Bey de bu duraktadır
Anladığım kadarıyla bitkilerle arası gayet iyidir
O eczanenin önünde dikilen ayaklı bir otacıdır
Can boğazdan gelirse biz Erdem Bey’i doktor bildik
Ve yanı başında bitmek bilmez yığınla öteberiler
Koli yumurta bile var ama canlı horozla tavuk eksik
Sabah ezanına müteakip Selin Hanım aramıza katılır
Sanki mazlum bebekler gibi cami avlusundan alınır
Burası her açlığa uygun çoktan seçmeli bir durak
Önünde koca bir cami arkasında ise balıkçı vardır
Serviste arka kapıya yakın şoför mahalline pek uzak
Sağ olsun kendileri sağduyulu cemiyetçi bir kadındır
Dilek Sabancı durağında Gizem Hanım beklemektedir
Tüm duraklar içinde o gerçekten herkesten müstesna
Yanında ailesinden en yakın kurmaylar gelmektedir
Serviste bu kadar çok sevilen birini hiç boşuna arama
Şimdi Allah’ı var ailesi hiç de haksız sayılmaz hani
Başıboş köpekler, zifiri karanlık, bilmem daha ne bela
Novoda’yı geçince önce bir hanım ağa servise biner
Tuğçe Hanım maraba servisinde tek işveren kişidir
Feyzullah Bey ise muhtemelen bu hatta en eski nefer
İnce kulakları, Elf bilgeliği Allah başımızdan eksik etmesin
Her nedense sesi TRT belgesellerinden birini andırır
Metin Sabancı’yı pas geçsek de Murat Kalemci bilinsin
Koltuğa sığmak bilmez kolları asma köprüler gibi uzanır
Ondan ne tükenmez kalem aldık ne de bir ufak kalem pil
Selam alıp hatır sorduysak arkadaş, arkadaş kıymetini bil
Bir yanda karanlık tır ordusu bir yanda ışıklı bir AVM
Nigar Hanım’ın durumu Cuma’sız Robinson’a benzer
Trafik lambasına sığınır sırf servis fark edebilsin diye
Ne dumanı tüten ateş var ne kıyıdan bir gemi geçer
Ve şimdi en hareketli durağa yaklaşıyoruz efendim
Gümrük durağı mı dersin yoksa Gümrük Çetesi mi?
Afralar, tafralar, sahralar içimden az mı gülümsedim
Ya da üç silahşörlerdeki Atos, Portos ve Aramis gibi
Şaka bir yana Afra, Funda ve Işıl Hanım burada ışıldar
En önce binen Muzaffer Bey haliyle Dartanyan olur
İyi kötü burada yaşanır en cümbüş dolu dakikalar
Sanki hepsi biri için, biri servis için bu duraktalar
Bu durağın yolcuları pili hiç bitmeyen tavşan gibidir
Allah nasıl enerji vermişse bu ölü saatte onlar diridir
Boşuna demedik ya bu durak harbiden çok zorlu
Mübalağa yok, Şampiyonlar Ligi’nde ölüm grubu
Uydukent durağı yörüngesi kayık servisin bir uydusudur
Migrenden mustarip Işık Hanım sanki uzunları yakar
Onun açtığı yolda uyuyup gitmek bizim için de uygundur
İkinci yolcu Merkut Hanım arka kapıda dişi bir kartaldır
Öyle peşin peşin ne alaka canım demesi biraz sıkar
Merkut dediğin Türk Mitolojisinde önemli bir tanrıçadır
Ahanda bu hastane servisimiz için son duraktır
Eyvahlar olsun yine şoför beylerin beyni yanacak
Son durak dedikse sabahın sonu akşamın başıdır
Öyle ya her yeni sabahın elbet bir akşamı olacak
İsmail Bey de şoförlük yapan babayiğit bir adamdır
Allah etmeye kaptana bir şey olsa onun eline bakarız
Mehmet Emin kardeş açık ara en mülayim olandır
Olur da bir gün karıncayı incitse elbet ilk biz duyarız
Derin bir uykudan sonra malum işyerine geliriz
Ezbere bilinen sıkıcı filmi ileri saralım ki tez bitsin
Akşam vakti gelince serviste yeniden beraberiz
Can sıkıcı bitmek bilmez saatleri unutalım gitsin
Servis eski zamanlarda kreş alanından kalkardı
Kimi zaman birer melek kimi zaman azmanlar
Evet çocukların gözleri hep ana babaları arardı
Ya araçlara yazılmış sınıf adlarındaki derin manalar
Güneş, Venüs ve bilmem daha hangi gezegen
Onlar bu kirletilmiş dünyadan çok uzak durmalı
Dünya sınıfı çocuklarıydı bedbaht günlere bilenen
17:13 kalkışlı aracın şampiyonu Muzaffer Bey
Geri dönüşte dünya rekortmeni gibi muzaffer
Jet motoru mu var yoksa bir helikoptere mi biner
Sırt çantasının içinde geniş bant alengirli telsizler
Sağ olsun komiser amirim gelip aracı teftiş eder
Ben gelene kadar araç çantacı, kürkçü dükkânı olur
Ne yapalım can çıkmayınca huy çıkmaz efendim
Erdem Bey, Selin ve Işık Hanım liseliler gibi konuşur
Eskiden kalma bir alışkanlık Murat Bey onları bulur
Bir ağaç gölgesinde muhabbet hayli koyu eminim
Koltuk sevdası tadında bir rekabet olduğu doğrudur
Ahmet Bey kendini tutamayıp giderayak cigara yakar
Pek kıymetli yolcular yavaş yavaş koltuklara doluşur
Ayakları içe basan dev kırkayak sarmaşıklar gibi uzar
Yüksek bilim kurulumuz hava ve yol durumunu sunar
O mobil haritalar ne derse desin kader bizi sürükler
Yolun gönlü olmadıktan sonra boşa çekilir kürekler
Yarı açık cezaevi avlusunda Gizem Hanım volta atar
Günün son devriyesiyle meydanda asayiş berkemal
Özlem Hanım araca binene kadar yoldaşları yanında
Kendinden emin adımlarla Mehmet Emin son yolcu
Pek çalışkan Adem Bey bu saatte hala işinin başında
Kalkıyor kalkıyor kalmasın Küçükbakkalköy yolcusu
İstisnası hariç mekânın sahibi duyarsız misafirler alırız
Edeple gelen tanrı misafiri, çakallıksa adamı uyuz eder
Ben dâhil yarıdan çoğu sarhoşlar gibi uykuya dalarız
Yarı yola kadar kitap okur sonra da gözlerimi kaparım
Yazar, rezil rüsva halimi görse maazallah ne yaparım
Uyuyup zıbarmak ne güzel şey, vay canına yandığım
Hele boynunda kolyesi yastığa dönüşen Gizem Hanım
Bazen Erdem Bey’den tempolu el ayak sesleri duyarız
Müziğe kapıldığı vakit dümbelek çalıp barfiks çeker
Ecele susamış yorgun başımı vatoz gibi cama yaslarım
Ellerim çantama hapsettiğim sarı kırmızı tespihe gider
Yarı baygın mırıldanmalar duyulur diye çok korkarım
Gaza gelen Selin Hanım da kısık sesle şarkılar söyler
Şarkılar türküler arasında kendi kendine konuşmalar
Kendisiyle küs olacak kadar da ahmak değil ya insanlar
Nadiren işler yolunda gider ve güle oynaya bitişe varırız
Durağı gelen yolcuları kuş gibi dört teker kafesten salarız
Oda servisimiz olmasa da uyandırma servisimiz bulunur
Uykusu en ağır dostlar bile itina ile duraklarına kavuşur
Arabada bir şey unutursanız sakın ola canınızı sıkamayın
Kafanıza dank ettiği yerde kayıp eşya büromuza danışın
Bazen pirelerin uçuştuğu rüyalarda araç balkabağı olur
Hep o sapakta yanan lambalar kabak tadı mı verdi ne?
Sersem gözler açıldığı vakit külkedisi yerinde yoktur
Ahı gitmiş teki kalmış kundura taban tepmelere gebe
Sanki Kırk Haramiler damlayıp yolun başını kesmişler
Parola bilim derim parola sanat derim peş peşe
Haramiler kahkahayla “Ulan enayi parola inşaat” der
İçimden açılın zalim yollar açılın demeye kalksam
Köşeyi dönmüş Ali Baba münasip bir tarafıyla güler
Uyuzlar ülkesinde Gulliver misali yollara düşerim
Boşuna değil hani akılsız başın cezasını ayaklar çeker
Sanki hiç bitmeyen yollar bir Dedem Korkut sınavı
Aşık Veysel’in uzun ince yolu fakirhanemizden geçer
Tabanvay yolun bundan sonrası bin bir adım masalı
Hayatın çilesi ne zaman biter diye kendime sorarım
Heyhat, kim bilir belki yarın belki yarından yarın
Neyse efendim bizim servisi tanıttım günahıyla sevabıyla
Katıksız niyetimiz sizleri bir parça güldürmekten ibarettir
Hani ustalarımızın dediği gibi sürçü lisan eyledikse af fola
İstemeden birinizi dahi kırdıysak haklarınızı helal ediniz
Dilin kemiği yok derler ya bazen sivri kalem ondan da fena
Kayıt Tarihi : 20.4.2023 22:37:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!