Hayranım sevginize
Bir çocuğu öldürür gibi
Bir yaşlıyı büyütür gibi
Herkes kendi vatanında nasılsa
Herkes kendi kadınıyla nasılsa
Hain elleriyle bir kadın
İndi kalbimize Tanrı Dağları’ndan
Sevgisizliğe hapsedip ömrümüzü
Açtı sır dolu bir kutuyu, asiliğiyle
Bütün üzgüler sonbahar artık
Kim gönderdi beni böyle kendimden yakına?
Rüzgârlarla tırmanıp bir dağ başına
turuncuya boyadım gökyüzünün öteki toprağını.
Avuçlayıp çıplak yağmurların sesini
eskimiş çöllerin yangınını söndürdüm.
Güneşimi ellerimle gömdüm toprağa
Sönmüş lambaların aydınlığındayım
Bu benim ilk yetim kalışımdır
Çirkinliğe bürünmüş karanlığın kucağında
Ağlıyorum, cami avlusuna terk edilmiş bir bebek gibi
Üstelik ellerim karanlık.
Önce bir şiir tutunup sonbahara
Bir kuş gibi havalandı kutudan
Aniden dağları ikiye böldü yıldırımlar
Ağaçları boğdu yağmurlar
Felç oldu güneşler incecik bir dumandan
Aşk dönüşünce mavi bakışlı bir yarasaya
Birdenbire savaşın bir gürültüsüyle,
Bir kız doğdu annesinin başından
Ağlamadan ve yürümeden ve acıkmadan
En önce dans etti karanlığı silerek
Sonra uzanıp aldı kutudan mızıkayı
Bir baykuş ötüşü kondu ağaçlara
Hatırla seni özlediğim eylülü
Yağmuruna değince toprak
Geç kalınca sabaha gece
Bir deliye derdini anlatır gibi
Ölüm gelip karanlığımda durur.
Küskün özlemler kaldı içimizde
sonra sonra unuttuk gülmeleri
bir kadını sabaha kadar öpüp
dipsiz kuyulara atıp sevgimizi
izleriyle avunduk kıyısında bir denizin.
*Mutsuzluktan söz etmeliyiz
Sadece mutsuzluktan
Siz mükemmel mutsuzluğunuzdan
geyikli geceye gidersiniz
Biz kurumuş ağaçlar ormanına…
Sabahın ilk orta yerinde, bermutat bir hüzündür
Göz kapaklarımı kör bıçakla ayıran suskunluğun.
Nefesim, sonbahar rengi bir dağ yamacının üzerinde,
Korkuyla uçan kuşun servi boylu gölgesidir.
Gözlerindeki deniz dibi sessizliği nedendir,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!