Yeşil pencerenden bir gül at bana
Işıklarla dolsun kalbimin içi.
Geldim işte mevsim gibi kapına,
Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.
Açılan bir gülsün sen yaprak yaprak,
Ben aşkımla bahar getirdim sana;
Tozlu yollardan geçtiğim uzak
İklimden şarkılar getirdim sana.
Şeffaf damlalarla titreyen ağır
Goncanın altında bükülmüş her sak
Senin için dallardan süzülen ıtır,
Senin için yasemin, karanfil, zambak…
Bir kuş sesi gelir dudaklarından;
Gözlerin gönlümde açar nergisler.
Düşen öpüşlerdir yanaklarından
Mor akasyalarda ürperen seher.
Pencerenden bir gül attığın zaman
Işıklarla dolacak kalbimin içi.
Geçiyorum mevsim gibi kapından
Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.
Ahmet Muhip DIRANAS
SERENAD ŞİİRİNİN TAHLİLİ
.....................
Şiirlerinde en çok işlenen konulardan biri aşktır, demiştik. İşte o konunun işlendiği şiirlerden biri olan Serenad, bu konuda ele alınıp işlenmeye değer bir metindir. Şiiri oluşturan kelimelerin seçimi ve dizimi gerçekten şiiri farklı kılıyor. Şiire anlam derinliği ve zenginliği katıyor. Genel olarak bütün şiirlerde kullanılan bir zamir olan “sen” bu şiirde de kullanılmıştır. Bu zamirle şiirler ayrı bir anlam derinliğine bürünür. Her okuyucuda şiir ayrı bir anlam atmosferinde, ayrı bir anlam elbiseleri içerisinde karşımıza çıkar. Hani derler ya “Şairin yorumu da yorumlardan bir yorumdur.” diye. Bundan ötürüdür ki modern şiir tahlillerine göre, “Şiirin tek bir anlamı vardır.” denilemez. Şiir her okunuşunda ve her farklı okuyanın zaman, birikim ve anlayışına göre farklı anlamlar içerir.
Serenad, Türk Dil Kurumunun Türkçe Sözlük’te şöyle anlatılmaktadır: “1. Sesli olarak söylenen veya müzik aracılığıyla çalınan serbest biçimli müzik parçası. 2. Geceleyin, açık havada sevgi duyulan biri için bir müzik aracılığıyla verilen küçük konser.”
Sözlükte anlatıldığı gibi şair, sevgilisinin evinin önüne gözü ve gönlü dolu bir şekilde gelir. Bu geliş, öyle sıradan bir geliş, bir buluşma değildir. Belki de kısa bir ayrılık sonrası bir araya geliştir bu. Çünkü şairin “saçlarında çiğ, gözlerinde bulut” vardır. Yani ki şair ağlamaklıdır. Şairin bu gelişi “mevsim gibi”dir, sıradan bir gelme değil. Mevsimler ha deyince gelir mi? Elbette onların bir sırası vardır. Kainatta her şeyin belirli bir düzen içerisinde yaratılmış olduğu gerçeğini göz ardı etmemek lazım.
İşte böyle, hüzünlü, ağlamaklı ve içinde “gamdan dağlar”ın yükseldiği bir hal ile sevgilinin kapısına gelmiş, ondan bir işaret beklemektedir. O işaret de yine sevginin sembolü bir güldür. Ama hangi gül? Gülün rengi ne olacaktır? Bu elbette belli değildir. Fakat Divan şairlerinin dediği gibi, “Sevgilinin olumsuz bir cevap vermesi bile kendisini muhatap aldığını” gösterecektir.” Şair, sevgiliden sadece “yeşil pencere”sinden bir gül atmasını ve bunun neticesinde de kalbinin, içinin apaydınlık bir hâl almasını istemektedir. Sevgili, şaire küskündür, acaba bütün sevgilerini çekip almış mıdır sevgili? Bir daha ilgilenmeyecek midir? Sevgilinin küskünlüğü geçici midir? Yoksa sevgili naz mı yapmaktadır? Bütün bunlar belirsizliğini korumaktadır. Bu belirsizlik, o “yeşil pence”den atılan “bir gül”le son bulacaktır.
Şair birinci dörtlükte bunları anlatırken birkaç yerde mecaz yoluyla somutlaştırma yapmaktadır. “Kalbin ışıklarla dolması” ifadesinde belirsizliğin giderilmesi anlamında bilinme-ışık ilişkisi söz konusudur. Ayrıca “gözlerimde bulut” sözü ile istiare yoluyla benzetme yapılmıştır. Çünkü gözlerin buluta benzetilmesi söz konusudur. Bulutlar nasıl yağmur damlalarını taşırsa, şairin ağlamaklı hâli de ona benzemektedir. “Saçlarımda çiğ” ibaresinden iki anlamı birden çıkarmak mümkündür. Bunlardan birincisi, bu buluşmanın bir ayrılık sonrası gerçekleşmek üzere olduğu –çünkü çiğ daha çok sonbaharda, havaların soğumaya başladığı zamanlarda gecenin yarısından sonra görülen bir yağış türüdür- ikincisi ise şairin sevgilinin penceresinin önünde çoktandır beklediği, yani gecenin yarsısına vardığı anlaşılmaktadır. Hatta biraz daha derinlere indiğimizde şairin saçlarının bu ayrılıktan beyazlamış olduğu, gece ayın şavkında çiğ gibi ışıl ışıl olduğu anlaşılmaktadır.
Açılan bir gülsün sen yaprak yaprak,
Ben aşkımla bahar getirdim sana;
Tozlu yollardan geçtiğim uzak
İklimden şarkılar getirdim sana.
Sevgili bir noktada doğal olgunlaşma içerisinde zamanını bekleyen bir gül goncasına şair ise birinci dörtlükte de ifade edildiği gibi zaman olarak mevsime benzetilmiştir. Yani şair demek istiyor ki eğer ben olmasaydım sen “yaprak yaprak açılan bir gül” olmayacaktın. Benim gelmemle sen ancak böyle bir gonca gibi açılabildin. Sen yaprak yaprak açılan bir gonca olunca ben de sana vuruldum ve tozlu yollardan, çöllerden dağları tepeleri aşarak çok uzak iklimlerden şarkılar getirdim. Şair, ben varsam senin vaktin bahardır, yoksa zaman sana dardır, demektedir. Buradan şunu da anlamamız mümkündür: Dünyanın her neresinde aynı duyguları paylaşmaya çalışan ne kadar âşık varsa ben de onların duygu ve düşüncelerinin ifadesi olan aşk şarkılarını sana getirdim ve şimdi, şu zamanda sana takdim ediyorum. Burada geçen “iklim” kelimesini “ülkeler” olarak düşünürsek “mecaz-ı mürsel” sanatı yapılmıştır, diyebiliriz.
Şeffaf damlalarla titreyen ağır
Goncanın altında bükülmüş her sak
Senin için dallardan süzülen ıtır,
Senin için yasemin, karanfil, zambak…
Mevsim bahardır şairin sevgisiyle sevgili için. Bu sebeple de gül bahçesinde başka çiçekler de vardır. İkinci dörtlükte ifade edilen “yaprak yaprak açılan bir gül” çiçeğinin yanına baharı tamamlayan başka çiçekler de gelmeliydi. İşte şair, sevgiliye o güle bir bakıma arkadaşlık edecek başka çiçekleri de getirmiştir: yasemin, karanfil ve zambak. Ayrıca “yaprak yaprak açılan bir gül” çiğ damlalarıyla süslüdür ve ince sapının üzerinde ağlamaklı bir gonca hâli vardır. Buradan hareketle Divan şiirinde betimlenen sevgili ile şairin burada ifade ettiği sevgili benzerlik arz etmektedir. Goncanın sap kısmını sevgilinin vücudu olarak düşünürsek, “çiğ damlalarıyla titreyen, ağır gonca” da sevgilinin baş kısmı oluyor. Böylece şairin karşısında ince belli sevgili de ağlamaklı bir hâldedir. Bu durum, şaire(âşık) verilmiş en güzel cevaptır. Sevgili âşığa ilgisiz değildir. Onun da gözü nemli ise âşığa hasret kalmış demektir. Âşık(şair) , sevgiliden aldığı bu güzel cevap karşısında bütün güzel kokuları ve çiçekleri meselâ yasemini, karanfili ve zambağı bir hediye olarak takdim etmektedir.
Bir kuş sesi gelir dudaklarından;
Gözlerin gönlümde açar nergisler.
Düşen öpüşlerdir yanaklarından
Mor akasyalarda ürperen seher.
Sevgili âşığa açılmıştır artık. Sevgilinin dudağından çıkan her kelime âşığa tatlı bir musiki havası veren kuş sesleri gibi gelmektedir. Sevgilinin gözleri de gönülde ıtır gibi kokular veren nergisleri andırmaktadır. Âşık ile sevgili arasında duygu iletişimi başlamıştır. Bu öyle bir zamana uzanır ki geçenin ikinci yarısında başlayan buluşma; âşığın, seherde yanaklarından âşığın öpmesiyle sevgilinin ürpermesi ve yanaklarının seher vaktinde mor akasyalar gibi bir renge bürünmesine yol açmıştır. Bu dörtlükte; sevgilinin sözleri kuş sesine, gözleri de nergise benzetilmiştir. “Mor akasyalarda” seherin ürpermesi ile kişileştirme sanatına başvurulmuştur. Fakat bunu “seher” kelimesinin, sevgilinin yerine kullanılmış olabileceğini düşündüğümüz takdirde “ad aktarması” yapılmıştır diyebiliriz.
Birinci dörtlükte hediye şairin kendisi(âşık) iken, ikinci dörtlükte şarkılar, üçüncü dörtlükte ıtır, karanfil, yasemin ve zambak olarak sıralanır ve dördüncü dörtlükte bu al yanaktan bir öpüştür.
Pencerenden bir gül attığın zaman
Işıklarla dolacak kalbimin içi.
Geçiyorum mevsim gibi kapından
Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.
Baştan beri anlatılanlar, duygular toparlanmalıdır artık. Baştan sona bir özet, bir buket hâline dönüştürülmelidir. Beşinci dörtlükte bu yapılmaktadır. Âdeta olanlar, anlatılanlar, tekrar edilerek pekiştirilmiştir. Dördüncü dörtlükte sevgili gülü andıran sözlerini söylemiş, sevgilinin yanaklarına da âşık bir öpüş kondurmuştur. Bunun neticesinde, âşığın içi apaydınlık olmuştu zaten. Bunu tekrar ile ifade ediyor: ”Pencerenden bir gül attığın zaman/Işıklarla dolacak kalbimin içi.” Evet, sevgili âşığıyla ilgilendiği sürece âşığın içi hep ferah olacak ve mutlulukla dolacaktır. Şair yani âşık sevgilinin gül bahçesini andıran evinin önünden bu sefer ayrılık hasretinden gözleri ağlamaklı bir bulut, saçları da sevgilinin gözyaşı damlalarıyla çiğli bir hâlde mevsim gibi geçmektedir.
Serenad Şiirinin Söz Sanatları:
Benzetme: Geldim işte, Mevsim gibi kapına
Benzetme: Gözlerimde bulut; gözyaşı dökmesini buluta benzetmiştir.
Benzetme: Saçlarımda çiğ. Saçının beyazlığını çiğe benzetmiştir.
Benzetme: Açılan bir gülsün sen. Sevdiğini açılan bir güle benzetmiştir.
Hüsn-i Talil (Sıradan Bir Doğa Olayını Güzel Bir sebebe Bağlama) : Senin için dallardan süzülen ıtır, senin için karanfil, yasemin, zambak… Doğadaki kokuların, çiçeklerin oluş sebebi sevgilinin varlığına bağlanmıştır.
Benzetme: Gözlerin gönlümde açan nergisler. Sevgilisinin gözlerini nergis çiçeğine benzetmektedir.
Serenad Şiirinin Dili: Sade, yalın okuyan herkesin rahatça anlayacağı günlük hayatta kullanılan dil kullanılmıştır.
Serenad Şiirinin Teması: Sevgiliye İlan-ı Aşk etme
Serenad Şiirinde Gelenek: 1920-1960 yılları arasında etkili olan Toplumcu gerçekçi şiirin temsilcilerindendir.
Serenad Şiiri ve Şair: Ahmet Muhip Dıranas köy ve şehir gerçekçiliğini toplumcu bir sanatçı olmanın verdiği misyonla şiirlerinde çokça işlemiştir.
Hüseyin SAY: ALINTI
Kayıt Tarihi : 17.3.2016 19:16:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!