İstanbul'da doğdu. Çocukluğu ve gençliği (tahsil hayatının büyük bölümü) Ankara'da, yetişkinliği İstanbul'da geçti. Şimdi Eskişehir'de yaşıyor.
Fi tarihinden beri gazeteci, son yıllarda yayınevleri için-özellikle çeviri kitaplar konusunda -serbest editörlük/redaktörlük yaptı. Ankara'da Anadolu Ajansı genel müdürlüğünde stajyer olarak başladığı mesleğini, çeşitli günlük gazetelerde ve dergilerde sürdürdü; spor dışında, basının hemen her dalında çalıştı. Bu arada, Türk basınının ve edebiyatının değerli isimleriyle birlikte çalışma ve onlarda ...
1982`de sekiz Akademi Ödülü kazanan 'Gandhi' filmini üçüncü kez izledim. Ben Kingsley`in muhteşem performansıyla canlandırdığı Gandi`nin bağımsızlık mücadelesini izlerken bu kez bir başka etkilendim. Neden mi? Anlatayım.
İngiltere`den bağımsızlık savaşının kazanılıp ülkenin kanlı Hindu-Müslüman iç savaşına sürüklendiği günlerde bir Hindu, Gandi`nin yolunu keserek, Müslümanlara ödün verdiği gerekçesiyle, ona öfkeyle bağırır.
Gandi`nin cevabı şu olur: 'Ben Müslümanım.'
Emre’ye
Kaç şiir sığar ömre, kaç şiir gibi gün
kaç kez doğar insan, kaç kez gelir ölüm
şiir gibi yaşamalı; öyle zengin
Gün
hazırlanıyor doğumuna
tanyeri kızıl lacivert
sirenler
tiz sesleriyle
bağırıyorlar Odysseus`a
Mavi bakışlı
yüreği nakışlı
küçük dev adam
geçince sevdadan
bilemedi önce
sevinsin mi kurtulduğuna
(Bütün suç üçgen güneşte)
Sahurdan sonra, tavanarasındaki çalışma odama çıktım. Ahşap eğimli tavanın bitimindeki üçgen pencere önce simsiyahtı, sonra lacivert oldu, derken oda aydınlandı.. En sonunda kitaplığıma üçgen bir güneş kondu ve bir süre orada asılı kaldı.
O kadarla kalsaydı iyiydi, ama beni baştan çıkardı. Oysa geceden randevulaşmıştık bilgisayarımla, neler neler yazacaktık bize kalırsa. Anlayacağınız, bütün suç onda!
Tutunulacak aşktan başka ne var ki...
* * *
Geçen gün, yirmi yıldır benimle birlikte yaşayan sarmaşığımı seyrederken çok duygulandım. Nelere tanık oldu, nerelere yoldaşım oldu bunca zaman içinde..Vefalı sarmaşığım benim, yapraklarından bazıları sararmış, demek ki su vermeyi unutmuşum..Gittim öptüm yapraklarını, gönlünü almaya çalıştım. Zekâsına da hayranım onun, duvarda ilerlerken, kendine göre yol bulma şeklini; örneğin, zemine göre kaç milim/santim uzunlukta 'ayak' çıkaracağını ve nerede hangi kavisi vereceğini nasıl da biliyor.Tutunduğu yere de öyle akıllıca ve sıkıca yapışıyor ki, sökmeniz çok zor..Sökmek gerektiği yerde duvarın sıvası dökülüyor. Sarmaşığım zekâsıyla beni şaşırtıyor ve kendine hayran bırakıyor. Bitkilerin Gizli Yaşamı adlı kitabı okuduğumdan beri, onlarla ruhsal alışverişim bambaşka. Bitkilerim beni böyle rahatlatıyorlar ya, ben de onların ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyorum elimden geldiğince..Ha bir de, sevdikleri müzikleri dinletiyorum mesela. Kabakların Bach sevdiğini siz hiç duymuş muydunuz? Ruslar bitkiler üzerinde müzikle deney yapmışlar; hard rock dinletilen bitkiler müzik kaynağından uzağa kaçmaya çalışırken, klasik müzik dinletilenler müzik kaynağına yaklaşıp, onu adeta sevgi ve minnetle kucaklamışlar.
şimdi tam zamanı ormanın
duymanın çıtlayıp
yere düşen sesini yaprakların
yapraklar kızıl sarı
şimdi tam zamanı ormanın
Dün akşamüstü, her gün yaptığım gibi, sırtlandım deniz çantamı, yüzmek üzere yola koyuldum. Sığda yüzemediğim için, herkes gibi evime yakın kıyıdan denize giremiyorum; bu yüzden Güzelyalı’nın girişindeki eski Karayolları kampının iskelesinden bırakıyorum kendimi dalgalara. Kamp bu yıl özel şahıslara devredilmiş; yerli-yabancı kampçılar, karavancılar, izciler kalıyor. Girişe doğru, çadırlara yakın yerdeki ağaçların altında barımsı bir yapı var. Orada gündüzleri hiç kimseyi görmediğim için aslına bakarsanız bar olduğunun da farkında değildim. Düne kadar..
Kampa vardığımda saat beş buçuk dolaylarındaydı. Girer girmez, barımsı yerin amfisinden yükselen bir şiirle irkildim. O da ne! Yusuf Hayaloğlu’nun “Ah Ulan Rıza” şiiri bu! Üstelik kendi sesinden. Baktım; barmen bölmesinde, karşılaştıkça selamlaştığım, barın ortaklarından, kır saçlı adam oturuyor. Müzikçalara şiir cd’sini koyan da belli ki o.
Dayanamadım, plaja inecek yerde, barın çevresini dolaşarak adamın yakınına gittim. “Geçen yıl Boğaz’da katıldığım tekne gezintisinde bu şiiri Yusuf Hayaloğlu’nun kendisinden dinlemiştim,” dedim. “Ya, ne güzel! Baştan alayım sizin için öyleyse,” dedi, sonra beni bara davet etti: “Gelin oturun.” Geçtim, bar taburelerinden birine, yüzüm kampa dönük oturdum ve Şair’in, “Neden hala gelmedi…Yoksa..” diye başlayan sesini dinlemeye koyuldum. Bu arada, adını bilmediğim “barmen”in kahve ve sigara teklifini reddettim, yalnızca şiiri dinlemekti niyetim..Hayaloğlu’nun etkileyici sesinde içli dizeler yol alırken, ağlamak üzere olduğumu hissedip, güneş gözlüklerimi taktım.
0
Mavi bir ayak sesi
duydum sanki
yüreğim ağzıma geldi
yoksa o mu
Kaç sevda sığar gönlümüze
bir öykü eder mi hayatımız
gururdur onur sandığımız
kılıç çekeriz kendimize
elveda deriz;
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!