yıllar önce bu gün,
bir ikindi vakti düştüm peşine.
tarlalarımızın hududunda boy boy dizilmişken selviler.
yıllar sonra şu an,
tarlalarımız aç,
selviler yok,
kimbilir kim ısındı dallarına?
serçeler başka mesken buldu yuvalarına..
düşünce düşüme.
nereye kaçmalı yürek sızımdan,
nereye sığınmalı sağanağından?
sen dün bir başka,
bu gün bir başka garip narçiçeği.
bir kıvılcım alevinde kaybettim diye kendimi,
yangınlarda mı bulmalıyım?
her sabah.
kıraç bedenimde tomurcuğa durmuş kırmızı bir gülden
bir çiğ damlası düşüyor dudaklarıma.
onarıyor yüreğim arsız çoraklığını
oysa ne dudak çatlamıştır susuzluktan,
ne açlık vardır saçın kokan çiçekten öte.
yine de yorgunum
balı tuza tuzu bala katıp durmaktan o esmer dudaklarında.
senin o surlarla çevrili yüreğine
gedikler açıyorum hüznümden,
yenik ve yorgun benliğimden,
gel gitler yaratıyorum,
benden saklandığın o ıssız adaya
ölsen de peşindeyim bilesin.
ki ölüm, sevdalarını tüketmişlere davetkar.
ve aşk,
bu davette izdihama neden olmayalım diye verildi bize.
her gidenle yolcuydum,
tutunmasam sevdana
ve gözlerine bakabilme arzusuna...
susuyorum...
başımda rengi yitik baharın rüzgarında
ipi kopmuş bir uçurtmanın başı boşluğu.
kederim; ardından baka kalan çocuk halleri.
avuçlarımda yokluğundan arta kalan bir yangın, ciğerlerimde kor gibi yanan sana dair bir çığlık var.
gelmeyeceksen,
bitsin artık bu acılı agoni.
gelir diyorum.
bir az daha sinsin kokusu yalnızlığıma.
sabır diyorum.
belki yokluğudur anlamlandıran düşlerimi
ama bir ses sabırıszca yırtarak ciğerimi
gel diyor.
gel!
ağaçlara rengini geri ver.
suya sesini,
düşlerime elbiselerini,
kuşlara tüylerini...
isteğini dillendiremeyen çocuğum ağlamaklıyım...
bir kemen ezgisi gibi,
derin bir of kenarından.
çayımın siyahına,
çocukluğumun ürkek gecelerine...
bir görün.
beni üryan koy.
dolunaya giydir gülüşünü,
geceye gözlerini...
o türkünün sustuğu yerden endamını toplayayım.
bulayım seni ne olur...
dinlemedin bilmiyorum.
sarıp sarmalayıp,
sana gönderdiğim o türküyü.
ve sen dinleyip de düşlemedin düşlerimdeki beni.
gözlerimi görmedin yanın başında her hali ile...
oysa ben nasıl da bilirim?
bir haldır gözlerin tuhaf,
ayak basılmadık vadidir.
sincap sekişli cin.
amanoslar da kaçak,
ucu sivri bıçak,
oyar yüreğimi acılarca...
oysa ben nasıl da bilirim?
bedevi çadırlarında, sevdalara vardı varacak,
çocuklara anlatılan bir öyküdür güzelliğin.
sağanak yağmurlarda kuyulardan çıkrıkla çekilen,
o çiçekten damlayan su ya benzer.
bollukta da aranır, yoklukta da.
onsuz olmaz..
yaşam soluksuz olur da, sevda sensiz olmaz
gel böylece dur.
ne söz söyle,
ne bak,
ne de gül...
gel daya sırtını gün ışığına
gözüm saç görsün,
gözüm yüz, gözüm el, ayak görsün
özlemişim seni görmeyi...
her akşam,
çocukların uçurtmalara yüklediği
birkaç yıldız ve yüzün geçer geceden ürperirim...
o sağanak bakışlarından kaçacak yer arar, soluğuna dek gelip ezilirim...
ne bir mum yak karanlığa, ne sesine ses ver.
senin o kokuna yıllar yıllar öncesinden gelirim...
hasretindeyim!
bir bilsen ben, beklemekle geçmiş kaçıncı bahardayım?
bir bilsen sen, kimlere sevda taşımaktasın güzelliğinden
Salim Diyap
Kayıt Tarihi : 28.11.2006 20:41:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (1)