Azizim sana gördüğüm bir rüyayı anlatacağım...Gerçi rüyalar akan bir suya anlatılırsa daha makbulmüş, doğrusu hangisi bilmiyorum ama herhalde önemli olan niyet,yani iyiye yormak...Zaten sen de bir su gibi, saf ve berraksın...
Şimdi yerlere kadar eğilip temenna yaptığını görür gibiyim.Bu kelimeyi de ne zaman kimden öğrendiğimi hatırlamıyorum,yanılmıyorsam bir nevi selam,saygı ifadesi...
Neyse ben rüyamı anlatayım:güya senle ben bin dokuzyüz kırklarda ellili yıllarda yaşıyormuşuz., bir yatılı okulda okuyan iki samimi arkadaşmışız, gerçi yine öyle de rüya işte...Birbirine bağlı çalışkan,zeki ve çok ta neşeliymişiz....
Gittiğimiz her yerde dikkatleri üstümüze çekermişiz,yani bunları karmakarışık
bir şekilde tanımadığım mekanlarda,kah okulda bazı evde öyle ki girift ormanlarda görüyorum ikimizi...Ruhumun benden önce hayat verdiği bedenlerin yaşamlarından kesitler olsa gerek...Ne sen, sana bensiyorsun ne de ben kendime...Sen yine inanma gül bakalım,ve bir okul gezisinde uçuruma yuvarlanan bir arabada yanlız ikimiz,bir sürü ağır yaralı insanlar arasında ikimiz ölüyoruz....Etrafa saçılmış eşyalarımızın arasında ölü bulunuyoruz...Uyandığımda kan ter içinde kalmıştım, karşımda Ferhat abimin karısının çakır gözleriyle karşılaşınca, büsbütün korkup kabus devam ediyor sanıp haykırdım...
yumuşakbaşlı rüzgarların kanatlarında bir yer bul bana
suyun ışıltılı sesleri aksın bir yanımızdan,
bir yanımızı defneler sarsın...
demir kollarının yumuşaklığında uyanayım sabahları
zeytin ağacının gözlerinde büyürken bir çekirdek