Zamanı durdurmak istiyorum, geçmişten ve gelecekten uzak, belirsiz bir yaşamın kollarında sarmalanıp yarını düşünmeden yaşamak. Hedefsiz kurşunların saplandığı düello kurşunları gibi hedefsiz. Mutlu masal kahramanlarının gülümsemelerinde bulunmalıyım. Kaçıp saklandığım kör kuyular yaşam alanım olmalı, cevapsız sorularla yaşamak istemiyorum.
Gözlerimi kapatıp zamanın dişlerli arasında eziliyorum. Parçalanan hücrelerim umutsuzluğun çarkına sıkışıyor. Yaşantımda, ardımda kalan yaşanmamış çocukluğum, ağır sorumluluk altında geçen gençliğimin üzerine sıçrıyor. Yarım bıraktığım ertelediğim hayallerim ayaklarımın altında eziliyor.
Adanmış bedenlerde boğuluyorum kendimi kaybedip kim olduğumu unutuyorum. Gezen bir bedenin ruhunda, bitimsiz fırtınalar arasında kendimi aşmaktan korkuyorum. Aydınlık havada karanlıklardayım, açık havada nefessiz. Namludan çıkan soğuk kurşunun bile bir hedefi varken ben hedefsiz ve amaçsız dolanıyorum.
Düşüncelerim beynimi kamçılıyor, çek git diyor. Bütün acımasızlığı ile kapanan duygu kapılarını zorlamadan derin iç yolculuklarımda kayboluyorum. Ellerimi boşluğa uzatıyorum karanlık dolduruyor içini. Umut fenerlerim tek tek sönüyor. Her acının yükün altından silkelenip kalkan ben, kendi umutsuzluğumun altında eziliyorum.
Gecenin kör vaktinde köpek ulumalarına karışıyor ağlamalarım. Zifiri gölgelere karışıyorum yıldızsız gökyüzü altında karanlığı avuçlarıma biraz daha dolduruyorum. Göz çukurlarıma dolan su birikintisinde senin yansımanla konuşmaya başlıyorum. Gecenin siyah pelerinin altında, karanlık uzun atlas bir etek ile sarmalanırken bilinmezliklere doğru yol alıyorum.
Işıksız doğup ışıksız batan güneşlerde gözyaşı gölgelerimi takip ediyorum. Tozlu yollarda silinmeye yüz tutmuş ayak izlerinde. Yüreğimin bir parçasını toprak örtüyor. Aklım yüreğime hükmederken bir yosmanın hediyelerinde satışının izlerini görüyorum. Ölümün ihtişamı bataklığın çirkefini kapatıyor. Aşk yolunda yürüyenlerin yakuttan damlalar bırakan ayak izlerinin acısına aldırmadan gidişlerini izliyorum. Yaralarımı iyileştirecek merhemin yaranın içinde olduğunu bilmeden ölüler diyarında kılavuzsuz yürüyorum.
Kent ölüm sessizliğine bürünüyor, fonda bitmeyen bir senfoni ve ben ağustos sıcağında seni seviyorum derken üşüyorum. Sen gökkuşağı altında sıcacık yazları yaşarken benim göğsüme dondurucu kış çöküyor ve ben bıraktığın yalnızlıkta korkuyorum. Aşk içinde erirken nefes almak için su yüzüne bile çıkmak istemiyorum. Sevda sokağının satılık aşklarla dolu tezgâhında hüznü görmüş, aldatılmış yürekler arasında kendime yer arıyorum.
Avlumdan bir tren geçiyor. Yaşayan cesetlerin ateşsiz kucaklaşmalarına şahitlik ediyorum. Geçmişimden kaçırdığım birkaç sözcük birde buselerinin sıcaklığına sığınıyorum. Senin olanın yokluğunda üşüyüp, kor alevler arasında buz kesiyorum, ten kafesinde kendimi açığa çıkarmadan.
Gökyüzü ıslaklığını sağanak sağanak toprağa bırakırken donmuş bedenimdeki ruhum ıslanıyor. Yaşantıma eklediğim Sen’in üzerine basarak geçmek istiyorum. İşte o zaman, yerlere düşüp serilen bakışlar altında kendimi bambaşka diyarlarda bulurum belki. Ruh beraberliğinde sol yanıma işlediğin sevdan ve yaşanan gizemli anları yeniden yaşamaya başlarım.
Bulutların arasından sızan ışıklarla yetinmeyi bilemedik. Biz hep güneşin doğmasını bekledik, bilemezdik ışıkların çıplaklığında gözlerimizin kamaşacağını..
Fatma AVCI
01.02.2013
Kayıt Tarihi : 4.2.2013 13:21:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Oysa 'bir yağmurun ardından doğar güeşin ilk ışıkları...' Gökkuşağı renkleri kaplar ortalığı... Yetmez mi mutluluk için? İlla güneş bütün çıplaklığı ile mi doğmalı?
Kutluyorum Fatma Hanım........ Çok sürükleyici bir yazıydı yine...
offffff offfff diyorum fatma abla...ne yaptın sen.....böyle de yazılmaz ki ama
sızlattın sol yanımı:((
TÜM YORUMLAR (4)