kutupta bir alev yangını mısın… ruhuma güneşin yedi rengini sunan… karanlıkta renklerin gölge oyunu musun… kurumuş dalıma bir serçe gibi konan… yoksa… yoksa büyülü bir bahar mısın zemheride iliklerimi ısıtan…
… … …
sen… sen… sen…
ne zaman seni düşünsem… bir vahaya dönüşür duvarların soluk yüzü... kaybolur ruhumu esir alan karanlık... her şey bir gün doğumu kadar güzel… her şey bir güneş batımı kadar muhteşemdir gözlerimde ve bir ıslık dudaklarımda en sevdiğim şarkıya dair... adınla başlayan… adınla noktalanan… içinde arzu dolu çığlıklar olan…
sen… sen… sen…
günün kaç saat… öğlen kaçta okunur… ikindi kaçta kılınır… sahur vaktin ne zaman… ne zaman oruç açılır… kurumuş dudaklarıma su ne vakit değer… nasıl bir iklimsin… nasıl bir mevsim… ne kadar hakkım var seni sevmeye… ne kadar zamanım var seninle tüketmeye…
sen… sen… sen…
adının harfleri hangi dille yazılır duvarlara… balköpüğü bakışların hangi renkle kazınır bulvarlara… gönül hikâyen hangi rotatifle basılır kâğıtlara…
sen… sen… sen…
ne zaman seni ansam… zaman kaybolur gözlerimde… çırılçıplak bir kalabalık sarar tenimi… titrerim ağustos yangınında… çaresiz kaldırımlar yetmez içimdeki hüznü süzmeye… ne olur söyle… öyküler tükendi dilimde… kaç adım kaldı bana gelmene…
sen… sen… sen…
büyülü bir nehrin akışı gibisin gözlerime… bütün kırılgan tebessümleri dağıttın dudak izlerinle… içimdeki karanlık perde perde açıldı aydınlığa ve öğrendim ki… karanlıkta saklıymış insanın aslı ve aydınlıkta yaşanan hep yaşamın suretiymiş…
sen… sen… sen…
dünyamın en muhteşem kadını… gönül yaram… sevgiden öte benim diğer yarımsın... aşk adına yaşanan bütün değerleri bir yana savurup… aşkın… düşüncenin… varlığında bile sana hasret olmanın… daha el sallarken yüreğimde özlem yangınlarını devleştiren kadın… niye her şeyimsin ki…
sen… sen… sen…
en güzel sarı… en güzel yeşil… en güzel kırmızı... içimdeki her rengin her tonu… niye bu kadar seviyorum ki sanki... neden iki kişilik nefes almam gerektiğine inanıyorum ki… neden canım yandığında… acaba canı yanmış mıdır diye düşünüyorum ki… niye bu kadar içimdesin ki… niye benden öte bir cansın ki… niye öylesin ki…
sen… sen… sen…
resmine her bakışımda… buz gibi duvarlara mutluluğun resmini çiziyorsa gözlerim... sesini her duyduğumda… bir kuş kanatlanıp konuyorsa gönül pencereme ve öyle masum ve öyle özlem doluysam sana karşı… “ıssız bir ada üç şey” dendiğinde
sen… sen… sen…
diyebiliyorsam… sen adına çok şey yaşadım demektir…
sen… sen… sen…
sevginin inanılmaz gücü… ruhuma kılıf diye Tanrı’dan lütfedilen yüreğimin en görkemli mimarisi… kaybolduğum sokakta sevgi adına ardına kadar açık bir kapı… sağır dünyamın en muhteşem senfonisi ve ruhumun en ücra köşelerini bile parlatacak kadar güçlü bir ışık... inan ki güneşin yeryüzüne inecek gücü olsaydı… ilk seni yakardı… kâinatın tek ışık kaynağı benim diye…
sen… sen… sen…
zindan dünyamın pembe rüyası… yıllardır yaşamın paylaşamadığım en uç noktası… düşlerimde yaşayıp… gerçeklerde bulamadığım anların karşı konmaz fırtınası… kanatlarım… uçuşlarım… düşlerim… dudağımda tamamlanan gülüşlerimsin… en uzun… en kısa rüyamsın…
… … …
yeniden hayat vermek Tanrı’ya mahsus… ama hayatın yaşanılası değerlerini hatırlatmak adına… bana o kadar çok şey kattın ki… mucizelere inanmam… yaşam yazılanı oynamaktır bence ve en iyi oynayanın sonunda alkışlanacağı yerde… hayat sahnesidir... yazdıkları için Tanrı’ya… bana kattıkların… benden attıkların… yaşattıkların için sana minnet borçluyum… iyi ki varsın… iyi ki yanımdasın… iyi ki kadınımsın...
Nedim Saatcioğlu
Kayıt Tarihi : 14.8.2017 11:21:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!