Sen Kimseyi Sevemezsin, Sevmeyeceksin! Ş ...

Çizgili Mavi
215

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Unutmak istiyordu her şeyi. Unutmanın, unutabilmiş olmanın getireceği bahar aydınlığı, yemyeşil kır manzarası ve bir ağaç gölgesinde kısık gözlerle ufukları seyre dalacağı huzur dolu vakti istiyordu. Yaşadıklarıyla, yani onu o yapan her şeyle olan çetin savaşı artık bitsin ve henüz yaşamadığı günlerin telaşesiyle boğuşmaya başlasın istiyordu. İstekleri esasen makul; pek çoklarının eriştiği- pek çoklarının erişmek için uğraştığı ve pek çoklarının ise erişmesi gerektiğini dahi bilmediği günlerdi… Unutmuş olmanın getireceği huzurlu günler.
Ne zamandı o vakit? Acaba hangi gün uyanacaktı uyuyabildiği bir gecenin sonunda, aydınlık bir sabaha? En son ne düşünecekti acaba, unutmadan hemen önce? Unuttuğunu ne zaman fark edecekti peki? Ne olacaktı yani; başının dayanılmaz ağrısı mı geçecekti, saçına düşen aklar yeniden siyaha mı dönecekti? Yıldızlar kendi aralarında anlaşıp gökteki en parlak yıldızı o’nun adını anmakla görevlendirmekten vaz mı geçeceklerdi? En parlak yıldız da mı susacaktı (üstelik) gece gündüz yanarken?
Bir anda mı gelecekti aklına; unuttuğu? Ne olacak, nasıl olacak ve ne zaman olacaktı?
Alışmak değildi istediği, alışmak; asla değildi! Alışamıyordu zira… Kabullenip havlu attığı her defada daha da büyük bir taarruzla saldırıyordu hatıraları. Alışmakla unutmak arasındaki kıldan ince-kılıçtan teskin ve fakat olabildiğine var olan farklılıklar acı veriyordu. Tam alıştım derken çıkagelen bir şiir mısrası, bir keman sesi, bir ay ışığı yahut bir gün doğumu her şeyi berbat etmekle kalmıyor, ruhunu alışmakla unutmak arasındaki o derin uçurumdan aşağı yuvarlıyordu. Bir kahve fincanında, bir şarap kadehinde yahut bir rakı bardağında hatıralarıyla rastlaşmaya alışmıştı lakin; her rast gelişte tekrar tekrar düşüyordu unutamamak cehenneminin kızgın ve öfkeli ateşine. Ne zaman dalmayacaktı gözleri ufuklara, bir gece yarısı karanlığında? Acaba kaçıncı kadehten sonra unutacaktı? Acaba kaçıncı kadehten sonra sızıp kalacak ve acaba o son rüyasında ne görecekti?
Nicedir gördüğü (rüya kadar saçma) rüyada hep ateşler içinde yanıyordu. Yanıyordu dediysem; yanan bedeni değildi… Ateşin bizzat kendisi olarak yanıyordu. Takvim ne zaman bilinmez ama sonbahar olsa gerek; kurumuş yapraklar, hafiften bulutlu bir gökyüzü ve ara sıra damlayan birkaç damla yağmur… Tam yağmur başladı diye sevinecekken bir anda elinde şemsiye beliriyor, yanmaya devam ediyordu. Ateşin bizzat kendisi, ateşin bizzat kendisini koruyordu; muhtaç olduğu yağmurdan… Yanıp kül olana kadar yanıyordu kendi kendine. Bir mum ışığı gibi hissediyordu kendini, mum ışığı kadar bile aydınlık olmayan bu rüyada. Yavaş yavaş eriyip gidiyordu… Bağırıp yardım istiyordu, imdat diyip aman dileniyordu ama sesi duyulmuyordu.
Tek kanadı kırık bir kuş gelip şemsiyenin altına sığınıyor; yağmurdan kaçarken (ne dolusu!) ateşe tutuluyor ve dertli dertli ötmeye başlıyordu…

Tamamını Oku

Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta