Kopup geldi ince belli çay doygunu bardağından ellerin....Eksik bir adresi bulmaya çalışır gibi anlara takılı, sessiz tanıklığa mahkum masanın yüzeyinde gezindi ve derken nasılsa buluvermiş şaşkınlığında bir bakışına kilitli buluştu ellerimle...İçimde çocuksu bir hüzün-ki biliyordum az sonra oyuncağı elinden alınmış çocuk çaresizliğinde de olacaktım-sıkıp da gevşettim avucumdaki buz yangını seni.Gözlerim gözlerini aradı, anlatabilmek için nedenlerimi bu ayrılığa ama gözlerine kuş mu konmuştu ne; mevsimsiz bir göçe hazır uzaklara sözlenmişti sanki göz bebeklerin...Dilimde anılara koşut sevgi sözleri, burnumda alıştığım koku, yüreğimde tanımsız bir ağrı; sırf olmazlarıma, onca çelimsiz beklentilerime ve ruhumu acıtan sessizliğine dayanamazlığımla sensizliği seçişim ve ah öyle de, yine de ağlamaklı gidişim.
Ben anlatamadıkça sen daha çok anladın bireyselliğime takılı beni ve gittiğimde sen zaten gitmiştin.Şimdi çokların arasında kaybolmuşluğumla ben, umutsuz, utanmış; seni, bir türlü kabullenemediğim yalınlığını arıyorum...Ama yazık ki tüketmişliğime denk suskunluğumla sana çabalayamıyor, seni hak edemediğime inanıyorum...
Sen elimde tutmuşken, benimken ulaşamadığım sevdamsın!
2/10/2004
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.