beyaz bir kağıdın ön yüzüne karalanmaya başlandı kelimeler
ne yazılacağı bilinmeyerek içten ne gelirse dökülmeye başlandı
...
saçların mesela..
rüzgarlara inat dalgalanan, senin gibi inatçı olan
saçların gelir aklıma
parmaklarımın arasından dökülüşünü düşünürken
yazarım onları
alnın gelir aklıma öpüldüğü vakit helali yapılan alnın
ben oluşturacaktım çizgilerini
her çizgide bir hatıra taşıyacak
baktıkça aynaya beni hatırlayacaktın
kaşların.. kaşlarda mı güzel olurmuş?
belki de tam üzerindeki ben’ di onu güzel kılan
çatıldı mı dünyalar tatlısı bir hale sokan
kızmayı da beceremezdin ki; kime kızıp gittin?
gözlerin.. rengini en kuytu gecelerden alıp gelen
içinde bir çocuk hüznü barındıran
yıldız parlaklığında, gece karanlığında gözlerin
en çok ta bakınca içinde kendimi gördüğüm için güzelleşirlerdi
kirpiklerinin gölgesi düşerdi üstüne,
yağmurundan korunmak için..
koktu mu teninin parfümü odayı bir misk kaplardı
fransızlar halt etmiş, parfümü keşfettiğini sanıp dursun onlar
bahçemdeki her çeşit çiçeği koklardım,
gün olur karıştırırdım birbirine ki senin kokun gelir mi diye.
gittin..
yağmur sonrası bahçeme değen yedi renkli gökkuşağına
sekizinci rengi vererek gittin..
bulunduğum koordinat ters bir açıya denk geliyor olmalı
gökkuşağının diğer yedi rengi nerede?
sadece siyahı kaldı geride..
oysa seni düşündüğüm vakit yelkovan akrebe meydan okurdu
güller hiç bilmediği renklerde açmaya başlar
kelebeklerin ömrü yirmibir günle sınırlandırılmaz
karınca bu kadar çalışıpta, ağustos böceği yan gelip yatmaz
yokuşlar düzleşir, dalgalar sakinleşir, güneş pencereme gelirdi.
seni düşündüğümde koşuşturmazdı insanlar gün içinde
otobüs seferleri aksamaz, trafik bu kadar yoğun olmazdı
sabahları sokağıma giren çöp arabası daha bir güzel kokar
geceler bu denli uzamaz
dünya, sarı topunu erkenden atardı göğün kucağına..
kimse kızdıramazdı bulutları,
bir damla yaş getirtemezlerdi gözünden
şemsiye almak zorunda kalmazdım evden çıkarken
sen gelince aklıma..
kuşlar soluklanmak için tellerde duraklamaz
kış hiç gelmediğinden;
sıcak ülkere göç etmek zorunda kalmazlardı
hiçbir yaşlı baston kullanmaz; hiçbir ağızdan küfür duyulmazdı..
çay daha bir sıcak, daha bir dumanlı olurdu
gözlerin düşünce üstüne..
hayat bu kadar pahalı da değildi üstelik
ne bir kişiyi emekli maaş kuyruğunda beklerken görürdüm,
ne de ekmek alabilmek için ayakta..
hiçbir yolculuk bu kadar uzun sürmez,
varılmak istenen nokta diğerine hiç bu kadar yaklaşmazdı
otobüste yer kapmak için insanlar birbirini itip kakmaz
ve hiç kimse ayakta kalmazdı..
ne vakit ki düşse aklıma yüzünün güzelliği
yaşamak anlam bulurdu..
düşününce sen’ li bir beni, elma şekerlenip kırmızı rengini alır
pamuktan yapılmış pembe bir tat gelirdi ağzıma..
seni düşünerek kapattığım fincan gözünün rengini alır
şekiller daha bir anlam bulur
denizin kucağına düşen martı
daha bir güzel görünürdü gözüme..
gittin..
yağmur sonrası bahçeme değen yedi renkli gökkuşağına
sekizinci rengi vererek gittin..
bulunduğum koordinat ters bir açıya denk geliyor olmalı
gökkuşağının diğer yedi rengi nerede?
sadece siyahı kaldı geride..
Kayıt Tarihi : 2.5.2011 13:18:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Raziye Aktaş](https://www.antoloji.com/i/siir/2011/05/02/sen-dusunce-aklima-9.jpg)
TÜM YORUMLAR (3)