Sen aşkın katilisin zaman
tenha dağlara sürdük yüreği
kara meşeler şarkısını söyler hüznün
şimdi avuçlarımıza dökülür
Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri... Yeryüzüne gönül indiremez onlar... Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Devamını Oku
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Ölüme çare bulmadan hayatı zorluklarına rağmen yaşamanın anlamını inançsız arkadaşlara soruyorum.
Nedense herkes felsefi, sosyolojik bir sürür safsata ve kendi karakterlerini yansıtan aşağılamalar ile topu taca atıyorlar.
Sonra hayatları ve hayatın sonuçları adına kendi düşünceleri olmadığından başkalarının söylemleri ile hareket edip akıllarını mantıklarını akıl ve mantığa ihanet etmiş kem talihlerin cebine koyduklarınında maalesef farkında değildirler.
İnsan kendi sonunu görmeyecek kadar KÖR, DÜŞÜNMEYECEK KADAR AKILSIZ VE MANTIKSIZ BİR MAHLUK OLAMAZ.
İnsanın hayvandan farkı evet düşünme yeteneğidir.
Düşünce ise günü birlik mide ve uçkur meseleleri değil.
Ruhun ebediyet istek ve özlemine cevap bulmak çare üretmek olsa gerektir.
Ben Hayattan sonu itibariyle bir beklentisi olmadan zorluklarına rağmen inatla yaşam mücadelesi verenleri ya akılsız;
veya şu çileli yaşama son verecek kadar cesur olmadıklarını düşünüyorum.
Bu konuda inançsız olduklarını iddia edip ispatlamaya çalışan arkadaşlar ne düşünür çok merak ediyorum.
Bence insan ile hayvan arasında tek fark var o da inanç olsa gerekti.
Çünkü inançsız olduğunu söyleyenler bir asalet unvanı gibi hayvanın evrimi sonucu insana benzediklerini iddia edip ispatlamaya çalışıyorlar.
Oysa o dostlardan her hangi birisine hayvan desek hakaret sayıp kavga sebebi bile yaparlar.
Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?
Anlayan varsa beri gelsin.
Ölüme çare bulmadan hayatı zorluklarına rağmen yaşamanın anlamını inançsız arkadaşlara soruyorum.
Nedense herkes felsefi, sosyolojik bir sürür safsata ve kendi karakterlerini yansıtan aşağılamalar ile topu taca atıyorlar.
Sonra hayatları ve hayatın sonuçları adına kendi düşünceleri olmadığından başkalarının söylemleri ile hareket edip akıllarını mantıklarını akıl ve mantığa ihanet etmiş kem talihlerin cebine koyduklarınında maalesef farkında değildirler.
İnsan kendi sonunu görmeyecek kadar KÖR, DÜŞÜNMEYECEK KADAR AKILSIZ VE MANTIKSIZ BİR MAHLUK OLAMAZ.
İnsanın hayvandan farkı evet düşünme yeteneğidir.
Düşünce ise günü birlik mide ve uçkur meseleleri değil.
Ruhun ebediyet istek ve özlemine cevap bulmak çare üretmek olsa gerektir.
Ben Hayattan sonu itibariyle bir beklentisi olmadan zorluklarına rağmen inatla yaşam mücadelesi verenlere ya akılsız;
veya şu çileli yaşama son verecek kadar cesur olmadıklarını düşünüyorum.
Bu konuda inançsız olduklarını iddia edip ispatlamaya çalışan arkadaşlar ne düşünür çok merak ediyorum.
Bence insan ile hayvan arasında tek fark var o da inanç olsa gerekti.
Çünkü inançsız olduğunu söyleyenler bir asalet unvanı gibi hayvanın evrimi sonucu insana benzediklerini iddia edip ispatlamaya çalışıyorlar.
Oysa o dostlardan her hangi birisine hayvan desek hakaret sayıp kavga sebebi bile yaparlar.
Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?
Anlayan varsa beri gelsin.
Nadir ve Naci Dostlarıma günün önemi ve değerini yansıtan yazıları için teşekkür ederken çabalarının boşa gittiğini üzülerek belirtmek isterim.
Beyinleri abuk sabuk düşüncelerle yıkanmamış ,ufkları sonsuza açılan çocuklara verilmesi gereken bu derslerin ,belli bir düşünceye odaklanmış ve bundan ötesini göremeyecek,sağduyu ve bilimden nasibini almamış bazı kişilere hiçbir şey vermeyeceği apaçık ortada...ve bu acı gerçeği kabul edip ,Atatürk'ün de dediği gibi yeni nesillere odaklanmaktan başka yolu yoktur bu milletin ve tabi yapılan zararı onarmak ve daha fazla zarar vermelerini egellemek de aynı derecede önemli sanırım...bunu ima etmekle ergenekoncu veya balyozcu olarak ilan edilsem bile ,çağdaş ve aydın bir Türkiye için bu riski almaya değer diye düşünüyorum.
Saygılar
Fikret Şahin
Tiryaki Siparişi
sonsuzlukta,
karanlıkta
hep sen...
sestesen,
güneştesen,
sistesen.
kitabımın,
ilk sayfasında,
son sayfasında,
her sayfasında sen...
evdesen,
iştesen,
düştesen,
seni yazdım,
sokağıma, yüreğime desen desen.
her yerde sen, herşeydesen.
sabah sipariş verdim,
listeme ne yazmışım bir bilsen;
yarım rakı,
bir sigara,
bir de sen.
02/02/2006 Taşova
Fesih Aktaş
Ölüme çare bulmadan hayatı zorluklarına rağmen yaşamanın anlamını inançsız arkadaşlara soruyorum.
Nedense herkes felsefi, sosyolojik bir sürür safsata ve kendi karakterlerini yansıtan aşağılamalar ile topu taca atıyorlar.
Sonra hayatları ve hayatın sonuçları adına kendi düşünceleri olmadığından başkalarının söylemleri ile hareket edip akıllarını mantıklarını akıl ve mantığa ihanet etmiş kem talihlerin cebine koyduklarınında maalesef farkında değildirler.
İnsan kendi sonunu görmeyecek kadar KÖR, DÜŞÜNMEYECEK KADAR AKILSIZ VE MANTIKSIZ BİR MAHLUK OLAMAZ.
İnsanın hayvandan farkı evet düşünme yeteneğidir.
Düşünce ise günü birlik mide ve uçkur meseleleri değil.
Ruhun ebediyet istek ve özlemine cevap bulmak çare üretmek olsa gerektir.
Ben Hayattan sonu itibariyle bir beklentisi olmadan zorluklarına rağmen inatla yaşam mücadelesi verenlere ya akılsız;
veya şu çileli yaşama son verecek kadar cesur olmadıklarını düşünüyorum.
Bu konuda inançsız olduklarını iddia edip ispatlamaya çalışan arkadaşlar ne düşünür çok merak ediyorum.
Bence insan ile hayvan arasında tek fark var o da inanç olsa gerekti.
Ölüme çare bulmadan hayatı zorluklarına rağmen yaşamanın anlamını inançsız arkadaşlara soruyorum.
Nedense herkes felsefi, sosyolojik bir sürür safsata ve kendi karakterlerini yansıtan aşağılamalar ile topu taca atıyorlar. Sonra hayatları ve hayatın sonuçları adına kendi düşünceleri olmadığından başkalarının söylemleri ile hareket edip akıllarını mantıklarını akıl ve mantığa ihanet etmiş kem talihlerin cebine koyduklarınında maalesef farkında değildirler.
İnsan kendi sonunu görmeyecek kadar KÖR, DÜŞÜNMEYECEK KADAR AKILSIZ VE MANTIKSIZ BİR MAHLUK OLAMAZ. İnsanın hayvandan farkı evet düşünme yeteneğidir.
Üşünce ise günü birlik mide ve uçkur meseleleri değil. Ruhun ebediyet istek ve özlemine cevap bulmak çare üretmek olsa gerektir.
Ben Hayattan sonu itibariyle bir beklentisi olmadan zorluklarına rağmen inatla yaşam mücadelesi verenlere ya akılsız; veya şu çileli yaşama son verecek kadar cesur olmadıklarını düşünüyorum.
Bu konuda inançsız olduklarını iddia edip ispatlamaya çalışan arkadaşlar ne düşür merak ediyorum.
saleke maleke ne gidiyorsun Nadir kardeşim..Büyük Dahi Gazi'nin çocuklar için, eğitim için ne dediğine baksana..işte tarihleriyle
çocuklara boşuna bir bayram hediye etmediğinin sırrı buradadır..egemenliği çocuklara miras bırakmasının sırrıdır söyledikleri ..boş tatışmaları bırakalım da hiç olmazsa bugün bu sayfayı okuyan çocukları taçlandıralım Mustafa Kemal Atatürk'ün düşünceleriyle
ATATÜRK DİYOR Kİ
Memleketimizi, toplumumuzu gerçek hedefe, mutluluğa eriştirmek için iki orduya ihtiyaç vardır. Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri milletin geleceğini yoğuran kültür ordusu...
Bir millet irfan ordusuna sahip olmadıkça, muharebe meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuna bağlıdır. 1923
Öğretmenler her fırsattan yararlanarak halka koşmalı, halk ile beraber olmalı ve halk, öğretmenin çocuğa yalnız alfabe okutan bir varlıktan ibaret olmayacağını anlamalıdır. 1927
Milli eğitimde süratle yüksek bir seviyeye çıkacak olan bir milletin, hayat mücadelesinde maddi ve manevi bütün kudretlerinin artacağı muhakkaktır. 1928
Milli eğitim ışığının memleketin en derin köşelerine kadar ulaşmasına, yayılmasına özellikle dikkat ediyoruz. 1924
En önemli ve verimli vazifelerimiz milli eğitim işleridir.
Milli eğitim işlerinde kesinlikle zafere ulaşmak lazımdır. Bir milletin gerçek kurtuluşu ancak bu şekilde olur. Bu zaferin sağlanması için hepimizin tek vücut ve tek düşünce olarak bir program üzerinde çalışması lazımdır. Bence, bu programın iki esaslı noktası vardır:
(a) Sosyal hayatımızın ihtiyaçlarına uygun olması
(b) Çağın gereklerine uymasıdır. 1922
Milli Eğitim programımızın, Milli Eğitim siyasetimizin temel taşı, cahilliğin yok edilmesidir.
Cahillik yok edilmedikçe, yerimizdeyiz... Yerinde duran bir şey ise geriye gidiyor, demektir. Bir taraftan genel olan cahilliği yok etmeye çalışmakla beraber, diğer taraftan toplumsal yaşamda bizzat faal ve faydalı, verimli elemanlar yetiştirmek lazımdır. Bu da ilk ve orta öğretimin uygulamalı bir şekilde olmasıyla mümkündür. Ancak bu sayede toplumlar iş adamlarına, sanatkarlarına sahip olur. Elbette milli dehamızı geliştirmek, hislerimizi layık olduğu dereceye çıkarmak için yüksek meslek sahiplerini de yetiştireceğiz. Çocuklarımızı da ayni öğretim derecelerinden geçirerek yetiştireceğiz.1922
Gelecek için yetiştirilen vatan çocuklarına, hiçbir güçlük karşısında baş eğmeyerek tam sabır ve dayanıklılık ile çalışmalarını ve öğrenimdeki çocuklarımızın anne ve babalarına da yavrularının öğrenimlerini tamamlaması için her fedakarlığı göze almaktan çekinmemelerini tavsiye ederim. Büyük tehlikeler önünde, uyanan milletlerin kararlarında ne kadar ısrarlı olduklarını tarih doğrulamaktadır. Silahı ile olduğu gibi kafasıyla da mücadele mecburiyetinde olan milletimizin, birincisinde gösterdiği kudreti ikincisinde de göstereceğine asla şüphem yoktur. 1921
İlk ve orta öğretim mutlaka insanlığın ve medeniyetin gerektirdiği ilmi ve fenni versin, fakat o kadar pratik bir şekilde versin ki, çocuk okuldan çıktığı zaman aç kalmaya mahkûm olmadığına emin olsun. 1922
Milli Eğitimin gayesi yalnız hükümete memur yetiştirmek değil, daha çok memlekete ahlaklı, karakterli, cumhuriyetçi, inkılâpçı,olumlu, atılgan, başladığı işleri başarabilecek kabiliyette, dürüst, düşünceli, iradeli, hayatta rastlayacağı engelleri aşmaya kudretli, karakter sahibi genç yetiştirmektir. Bunun için de öğretim programları ve sistemleri ona göre düzenlenmelidir. 1923
Okullarda öğretim vazifesinin güvenilebilir ellere teslimini, memleket evladının, o vazifeyi kendine hem bir meslek, hem bir ideal sayacak üstün ve saygıdeğer öğretmenler tarafından yetitirilmesini sağlamak için öğretmenlik, diğer serbest ve yüksek meslekler gibi, derece ilerlemeye ve her halde refah sağlamaya uygun bir meslek haline getirilmelidir. Dünyanın her tarafında öğretmenler insan toplumunun en fedakar ve saygıdeğer unsurlarıdır. 1923
Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden yoksun bir millet henüz millet adını almak kabiliyetini kazanmamıştır. Ona basit bir kitle denir, millet denemez. Bir kitle millet olabilmek için mutlaka eğiticilere, öğretmenlere muhtaçtır. 1925
Yeni nesil, en büyük Cumhuriyetçilik dersini bugünkü öğretmenler topluluğundan ve onların yetiştirecekleri öğretmenlerden alacaktır. 1924
Türkiye’nin birkaç yıla sığdırdığı askeri, siyasi, idari inkılâplar sizin, sayın öğretmenler, sizin sosyal ve fikri inkılâptaki başarılarınızla pekiştirilecektir. Hiçbir zaman hatırlarınızdan çıkmasın ki, Cumhuriyet sizden “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller ister. 1924
(Öğretmenler) Ordularımızın kazandığı zafer, sizin ve sizin ordularınızın zaferi için yalnız zemin hazırladı...gerçek zaferi siz kazanacak ve devam ettireceksiniz ve mutlaka başarılı olacaksınız. Ben ve sarsılmaz imanla bütün arkadaşlarım, sizi takip edeceğiz ve sizin karşılaşacağınız engelleri kıracağız. 1922
Öğretmenler; yeni nesli Cumhuriyetin fedakâr öğretmen ve eğitimcileri, sizler yetiştireceksiniz, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin beceriniz ve fedakarlığınızın derecesiyle orantılı olacaktır.Cumhuriyet; fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucular ister. Yeni nesli, bu özellik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir...Sizin başarınız, Cumhuriyetin başarısı olacaktır. 1924
Hedefe yalnız çocukları yetiştirmekle ulaşamayız! Çocuklar geleceğindir. Çocuklar geleceği yapacak adamlardır. Fakat geleceği yapacak olan bu çocukları yetiştirecek analar, babalar, kardeşler hepsi şimdiden az çok aydınlatılmalıdır ki, yetiştirecekleri çocukları bu millet ve memlekete hizmet edebilecek, yararlı ve faydalı olabilecek şekilde yetiştirsinler! Hiç olmazsa yetiştirmek lüzumuna inansınlar! Okullardan başka gazeteler, küçük dergiler köylere kadar yayınlanıp dağıtılmalıdır. Bizim köylümüz ne gazete ne dergi v.s. okumaz. Bilenler bilmeyenleri toplayıp, okutmayı, onlara okumayı anlatmayı bir vazife bilmelidir. 1923
saleke maleke ne gidiyorsun Nadir kardeşim..Büyük Dahi Gazi'nin çocuklar için, eğitim için ne dediğine baksana..işte tarihleriyle
çocuklara boşuna bir bayram hediye etmesinin sırrı buradadır..egemenliği çocuklara miras bırakmasının sırrıdır söyledikleri ..boş tatışmaları bırakalım da hiç olmazsa bugün bu sayfayı okuyan çocukları taçlandıralım Mustafa Kemal Atatürk'ün düşünceleriyle
ATATÜRK DİYOR Kİ
Memleketimizi, toplumumuzu gerçek hedefe, mutluluğa eriştirmek için iki orduya ihtiyaç vardır. Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri milletin geleceğini yoğuran kültür ordusu...
Bir millet irfan ordusuna sahip olmadıkça, muharebe meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuna bağlıdır. 1923
Öğretmenler her fırsattan yararlanarak halka koşmalı, halk ile beraber olmalı ve halk, öğretmenin çocuğa yalnız alfabe okutan bir varlıktan ibaret olmayacağını anlamalıdır. 1927
Milli eğitimde süratle yüksek bir seviyeye çıkacak olan bir milletin, hayat mücadelesinde maddi ve manevi bütün kudretlerinin artacağı muhakkaktır. 1928
Milli eğitim ışığının memleketin en derin köşelerine kadar ulaşmasına, yayılmasına özellikle dikkat ediyoruz. 1924
En önemli ve verimli vazifelerimiz milli eğitim işleridir.
Milli eğitim işlerinde kesinlikle zafere ulaşmak lazımdır. Bir milletin gerçek kurtuluşu ancak bu şekilde olur. Bu zaferin sağlanması için hepimizin tek vücut ve tek düşünce olarak bir program üzerinde çalışması lazımdır. Bence, bu programın iki esaslı noktası vardır:
(a) Sosyal hayatımızın ihtiyaçlarına uygun olması
(b) Çağın gereklerine uymasıdır. 1922
Milli Eğitim programımızın, Milli Eğitim siyasetimizin temel taşı, cahilliğin yok edilmesidir.
Cahillik yok edilmedikçe, yerimizdeyiz... Yerinde duran bir şey ise geriye gidiyor, demektir. Bir taraftan genel olan cahilliği yok etmeye çalışmakla beraber, diğer taraftan toplumsal yaşamda bizzat faal ve faydalı, verimli elemanlar yetiştirmek lazımdır. Bu da ilk ve orta öğretimin uygulamalı bir şekilde olmasıyla mümkündür. Ancak bu sayede toplumlar iş adamlarına, sanatkarlarına sahip olur. Elbette milli dehamızı geliştirmek, hislerimizi layık olduğu dereceye çıkarmak için yüksek meslek sahiplerini de yetiştireceğiz. Çocuklarımızı da ayni öğretim derecelerinden geçirerek yetiştireceğiz.1922
Gelecek için yetiştirilen vatan çocuklarına, hiçbir güçlük karşısında baş eğmeyerek tam sabır ve dayanıklılık ile çalışmalarını ve öğrenimdeki çocuklarımızın anne ve babalarına da yavrularının öğrenimlerini tamamlaması için her fedakarlığı göze almaktan çekinmemelerini tavsiye ederim. Büyük tehlikeler önünde, uyanan milletlerin kararlarında ne kadar ısrarlı olduklarını tarih doğrulamaktadır. Silahı ile olduğu gibi kafasıyla da mücadele mecburiyetinde olan milletimizin, birincisinde gösterdiği kudreti ikincisinde de göstereceğine asla şüphem yoktur. 1921
İlk ve orta öğretim mutlaka insanlığın ve medeniyetin gerektirdiği ilmi ve fenni versin, fakat o kadar pratik bir şekilde versin ki, çocuk okuldan çıktığı zaman aç kalmaya mahkûm olmadığına emin olsun. 1922
Milli Eğitimin gayesi yalnız hükümete memur yetiştirmek değil, daha çok memlekete ahlaklı, karakterli, cumhuriyetçi, inkılâpçı,olumlu, atılgan, başladığı işleri başarabilecek kabiliyette, dürüst, düşünceli, iradeli, hayatta rastlayacağı engelleri aşmaya kudretli, karakter sahibi genç yetiştirmektir. Bunun için de öğretim programları ve sistemleri ona göre düzenlenmelidir. 1923
Okullarda öğretim vazifesinin güvenilebilir ellere teslimini, memleket evladının, o vazifeyi kendine hem bir meslek, hem bir ideal sayacak üstün ve saygıdeğer öğretmenler tarafından yetitirilmesini sağlamak için öğretmenlik, diğer serbest ve yüksek meslekler gibi, derece ilerlemeye ve her halde refah sağlamaya uygun bir meslek haline getirilmelidir. Dünyanın her tarafında öğretmenler insan toplumunun en fedakar ve saygıdeğer unsurlarıdır. 1923
Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden yoksun bir millet henüz millet adını almak kabiliyetini kazanmamıştır. Ona basit bir kitle denir, millet denemez. Bir kitle millet olabilmek için mutlaka eğiticilere, öğretmenlere muhtaçtır. 1925
Yeni nesil, en büyük Cumhuriyetçilik dersini bugünkü öğretmenler topluluğundan ve onların yetiştirecekleri öğretmenlerden alacaktır. 1924
Türkiye’nin birkaç yıla sığdırdığı askeri, siyasi, idari inkılâplar sizin, sayın öğretmenler, sizin sosyal ve fikri inkılâptaki başarılarınızla pekiştirilecektir. Hiçbir zaman hatırlarınızdan çıkmasın ki, Cumhuriyet sizden “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller ister. 1924
(Öğretmenler) Ordularımızın kazandığı zafer, sizin ve sizin ordularınızın zaferi için yalnız zemin hazırladı...gerçek zaferi siz kazanacak ve devam ettireceksiniz ve mutlaka başarılı olacaksınız. Ben ve sarsılmaz imanla bütün arkadaşlarım, sizi takip edeceğiz ve sizin karşılaşacağınız engelleri kıracağız. 1922
Öğretmenler; yeni nesli Cumhuriyetin fedakâr öğretmen ve eğitimcileri, sizler yetiştireceksiniz, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin beceriniz ve fedakarlığınızın derecesiyle orantılı olacaktır.Cumhuriyet; fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucular ister. Yeni nesli, bu özellik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir...Sizin başarınız, Cumhuriyetin başarısı olacaktır. 1924
Hedefe yalnız çocukları yetiştirmekle ulaşamayız! Çocuklar geleceğindir. Çocuklar geleceği yapacak adamlardır. Fakat geleceği yapacak olan bu çocukları yetiştirecek analar, babalar, kardeşler hepsi şimdiden az çok aydınlatılmalıdır ki, yetiştirecekleri çocukları bu millet ve memlekete hizmet edebilecek, yararlı ve faydalı olabilecek şekilde yetiştirsinler! Hiç olmazsa yetiştirmek lüzumuna inansınlar! Okullardan başka gazeteler, küçük dergiler köylere kadar yayınlanıp dağıtılmalıdır. Bizim köylümüz ne gazete ne dergi v.s. okumaz. Bilenler bilmeyenleri toplayıp, okutmayı, onlara okumayı anlatmayı bir vazife bilmelidir. 1923
Niyeti üzüm yemek olanları bağcı tanıyor ve biliyor.
o yüzden onlara kızmaz laf söyletmez
Niyeti bağcıyı döğmek olanlara basar kalayı.
burada bağıranlar bağcıya düşman alayı :)))
Kabak tadı verdi bırakın artık şu takazayı:(
Hicrete mecbur ettirmeyin şu fukarayı.
İnançsızlık fitilini yakan kimler.. Bu din düşmanları!
Neden bakın bundan önce ki verilerim ve dökümanlar benim değil Esasında bir kökeni Pakistanlı müslüman olan Dr. Faruk Saleem ‘e aittir…Ve bu kişi aynı zamanda Islambad’da yazardır..
Ve işte böyle aşağıda ki kuş beyinlilerin foyası..cahilliği ve kendi deyimleriyle hödüklükleri kafadan radosyon yemişlikleri böyle AYNALANIYOR kendilerine..
Yalanlar, körü körüne kandırılmışlık..sömürü ve foyalar mum ışıgı ile böyle sönüyor din pazarcılarının...
Ve bu Dr. Faruk Saleem Müslüman yazar başka ne diyor:
1000 kişiye düşen günlük gazete sayısı ve bir milyon kişiye düşen kitap çeşidi bilginin toplum içinde yayılıp yayılmadığının iki önemli göstergesidir.
Örnekle Pakistan´da 1000 kişiye 23 günlük gazete düşerken bu sayı Singapur´da 360.. İngiltere´de 1000 stand için 2000 ceşit kitap..Mısır´da sadece 20 de kalıyor.
Pakistan‘ın ileri teknoloji toplam ihracatın içinde oranı % 1 Suudi Arapistan´ın % 0,3, Kuveyt, fas, Cezayir´in aynı şekilde % 0,3.
!!Singapur- da ise bu oran % 58..
Sonuç: İslam dünyası bilgi uygulamasını gerçekleştirememektedir… (hödükleri ha bire ezber ayet okumaktan zaman bulamadıklarından herhalde)..
Yani, bilgi üretimi İslam ülkelerinde nerdeyse sıfır..
Neden Müslüman güçsüzdür? Çünkü bilgi ÜRETEMİYORUZ!.
Neden Müslüman güçsüzdür? Çünkü bilgiyi YAYAMIYORUZ!
Neden Müslüman güçsüzdür? Çünkü bilgiyi UYGULAMIYORUZ!..
Ve diyor bu yazar..: “Gelecek bilgi-temeli olan toplumlara aittir!
Devam ediyor:
İlginçtir..OIC üyesi 57 ülkenin gayri safi milli hasılaların toplamı 2 trilyon doların altındadır.. Ancak ABD tek başına 12 trilyon dolar değerinde mal ve hizmet üretmekte, Çin 8 trilyon dolar, Almanya 2.4 trilyon dolarlık üretim yapmaktadır.
Petrol zengini Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuvey ve Katar hep birlikte sadece 500 milyar dolarlık mal ve hizmet üretmektedir ve bunların çoğu ise petrol kaynaklıdır.
Katolik Polanya’da 489 milyar dolarlık, Budist Tayland 545 milyar dolarlık degerinde mal ve hizmet üretimi yapmaktadır..
O halde Müslüman neden şimdi bir birini kırmakta ve halklar ayaklanmakta..ayet ..okumaktan ileri gitmeyen dinci diktatörleri neden bu dünyalık zulmü halkına yapmaktadır..Yani Müslümanlar neden bu kadar güçsüzdür? Cevap: kaliteli Eğitim Yoksunluğu..Yolsuzluğu, Yozluğu..Yokluğu..
Çok kesin biçimde söylersek akıcı olamayan, din eksenli ve çağdışı eğitim..nedeniyle..
Diyor sayın Dr. Faruk Saleem..
İşte o borazanlara aşagıdakiler kimileri buna canlı örnekler..Adamın burda tek bir verisi yok; kendi şahsi inanç algısını genel böyle diye denekten öteye gidemez kendi deyimiyle hödük.. din harici kitap okumadan ve araştırmadan, kaynak göstermeden yoksun radasyon yemişlikten 1000 kat aşılanmış beyincikler..
Şimdi siz gidin bana değil derdinizi DR. FARUK SALEE’'e ANLATIN..
Ve burda din eksenli brozanlıktan, ULUSAL EGEMENLİGE..ÇAĞDAŞ kaliteli, araştıran, sorgulayan eğitim ve bilime düşmanlıktan VAZGEÇİN!
Bu şiir ile ilgili 86 tane yorum bulunmakta