öğlene doğru çıktım okuldan. köyden anayola gitmek için bir buçuk, iki kilometre yürüdüm. koyuldum araba beklemeye; beş dakika, on dakika, yirmi dakika derken yarım saatin geçtiğini farkettim. ne bir araba vardı ne bir yoldan geçen. hava bozmuştu, uzaklardan gelen kara bulutlar sarmıştı gökyüzünü. derken yağmur taneleri, bardaktan boşalırcasına dökülen yağmurlara dönüştü. üstüm başım, saçım, ayağım sulara teslim olmuştu. dağ etekleri anayola komşuydu. ve o eteklerde ineklerini otaran bir adam ve küçük bir çocuğu ilişti gözüme. ıslanıyordum, üşüyordum üstelik araba gelmek bilmiyordu, yitirmiştim umudumu. okula yani köye geri dönsem diye düşündüm fakat tekrar yürümek pekte işime gelmedi. ineklerini otaran adamın sesini duydum bir süre sonra, Kürtçe bir şeyler söylüyordu bana. üç beş kelime dışında ne dediğini anlamıyordum, sadece el sallayarak cevap veriyordum. az sonra yanındaki küçük çocuk elinde şemsiyesi ile yanıma geldi. bu saatlerde okulda olması gereken ilk okul öğrencilerinden biriydi çocuk. babasına yardım etmeye gelmişti. aklının hiçbir köşesinde okul olmadığı belliydi. dersine girmesemde beni tanıyordu, köydeydik ne de olsa, okulumuz küçüktü. biraz mahcupca yaklaştı yanıma;
- öğretmenin hep ıslanmışsınız size şemsiye getirdim.
geri çevirmedim. zaten şemsiyeyi birden bırakmıştı önüme. sizin şemsiyeniz var mı, diye de sormadım. çocuk utancından gözlerimin içine bile bakmadan koşarak dağ eteklerine, babasının ve ineklerinin yanına doğru gitti. hiç bir şey söylememenin tesiri altında arkasından bağırdım:
-oğlum, okula ne zaman geleceksin?
koşmasına ara vermedi. yüzünü dahi çevirmedi. ıslanan yüreğine yaslandı:
-haftaya öğretmenim... haftaya... haftaya...
Ulvi KoçuKayıt Tarihi : 13.12.2013 20:40:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Nisan 2013
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!