tennûre giymiş ağaçlar
aşk niyâz eder
mevlâna
içimdeki nigâr
başka bir nigârdır
içimdeki semâ'a
Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri... Yeryüzüne gönül indiremez onlar... Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Devamını Oku
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
şair demiş ki;
'yılanlar ney havalarını dinler
tennûre giymiş ağaçlarda'
Kuran_ı duvarda asılı dedem,ayağı mesli dedem ki nurlarda yatsın derdi ki;
incir ağacı ki işte onun dibine işenmez.mazallah çarpılırsın..
o kadar da arap alfabesi yalamıştık..gözümüzden kaçmış Osman bey..
:)
Bir konferans sırasında,gencin biri Necip Fazıl'a:'Osmanlı emperyalistti değil mi efendim?'diye sormuş.Necip Fazıl:'Hayır,eğer Osmanlı emperyalist olsaydı sen bu soruyu Türkçe sorardın.'Bir mektupla Cihanı titreten O güçlü devlet isteseydi camiin yanında havrayı ,kiliseyi bırakır mıydı? Onca farklı kültürün ve dilin yaşamasına müsade eder miydi?
Celal Çığ denen vatandaş! Bu sayfa tartışmak için uygun bir zemin değildir! Zira burası özel kişilere aittir ve sayfa sahibinin izni olmadan onun sayfasında tartışma yapmak asla ve kata etik değildir! Sen illaa da tartışma yapmak istiyorsan, kendi sayfandaki mesaj kutunu aç ve sonra da muhataplarınla tartışacak ve konuşacak kadar ilim, irfan, nezaket, ve bilhassa da Türkçe denen dili öğren! Yoksa şu halinle ve şu üslubunla kaldığın müddetçe hiç bir medeni, akil edebiyatçı ya da şair seninle muhatap olmayacaktır!
kimseleri pasiflemeyin...biraz anlamayı öğrensek veya dinlemeyi...
yolunu kaybeden güneşlere
bakıp gülümserim
..
ne zaman güneş yolunu kaybetse içimdeki temmuzlar ölür, deniz küser bana...
Hz. Peygamber (sav) efendimiz, 20 yaşlarında bir delikanlı iken kendisinden 20 yaş büyük dul bir hanımla (Hz. Hatice) evlenmiş ve onun vefatına kadar tam 30 küsur yıl ikinci bir eş almamıştır! Onun sair evlilikleri 50 küsur yaşından sonra olmuştur ve aldıkları eşlerin hepsi de (Hz. Aişe -ra- hariç) dul bayanlardan müteşekkil'di! Onların da bir kısmı siyasi gayeler için nikahlanılan yaşlıca bayanlardı! Eğer o nefsi hazları için evlenmiş olsay dı, 50 küsur yaşından sonra yaşlı bayanlarla evlenmez, genç ve bakire kızlarla evlenirdi! zira o birçok hikmetler ve maslahatlar için izdivaç yapıyordu! Bunlardan bazıları kocaları savaşta ölen himayeye muhtaç hanımlar bir kismı da değişik kabilelerden olan yine dul kadınlardı ki onlarla müşrik olan o kabilelerin müslüman olmaları için evlenmiştir!
Bela-i malumat!
Peygamber (sav) efendimiz kölesinin eşini değil, o boşandıktan sonra dul kalan bir bayanı Allah'ın emri ile nikahlamıştır ve bu nikahın olmasını da bizzat Allah (cc) istemiştir! Yoksa şu muhatap alınmayacak densizin dediği gibi gayr-i meşru bir fiil sözkonusu değildir! Artı; onun eşleri en fazla dokuz adet olmuştur ve bu da 4 sınırı getirilmeden önce mecburi durumlar dolayısıyla tahakkuk etmiştir!
Bela-i malumat!
Gel de aus...Bu kaçık insana yemin bozduruyur...
Ben Peygamberimizin imam nikahlı eşinin !2 olduğunu sanıyordum...Bu densiz !7 diyor...
Hem kaç adet olursa olsun...Yüce Allah buna izin verdikten sonra ve peygamber: BANA ALLAH TARAFINDAN KIRK ERKEK GÜCÜ verildi dedikten sonra sana ne oluyor...
Sen bütün deliliğinle pösteki say dur...
Ben hayatımı anlattığım yazıda şimdi dulum , kitap okumayı çok severim , târih okumak benim için haz kaynağına dalmak gibidir...Diye yazmışken dulum kelimeleri sana niye battı a FERMANLI DELİ...Kimseden bir istediğim mi var , senin gibi terkiye atıp götürme arzum mu var...? Talip miyim...HAYIR...Hal böyle iken böyle saçma sapan yazınla insan utandırıyorsun...
Dediğim gibi ; bu deli , yorum yapmamakta , doğrularla,yanlışları katıp karıştırmakta...Akıl bulandırmaktadır...Bunca yanlış içinde bir doğru varsa kaynayıp gitmekte ,okuyucular bu PÖSTEKİ SAYICI'nın yazılarına bazen tümden doğru demektedirler...
Bir şâirin iyi veya kötü olması , cevherinin var veya yok olması
geniş halk kitlelerinin REKLAMSIZ tasvibine ve İNANMASINA bağlıdır...Aslâ bir delinin onayına bakılmaz...
ABSÜRD yorumlar faydadan ziyade zarar verir...Bulaşıcı bir mikrop gibi beyinleri istila eder...Benim bu şahısa kızmam bundandır...Yoksa fermanlı deli hazretlerine şahsen bir diyeceğim olmaz...
Bazı delilerin kendilerini NAPOLYON vs.sanarak buna sonuna kadar inanmalarını hatırlatan bu şahıs karşısında DURAMADIM YEMİNİMİ BOZDUM...
Kendisi de sözünde duramadı (onbeş gün falan) ayrıyım demişti...
Görmeden , KÜTÜPHANEMDEKİ kitapları ;onlara binlerce RİSALE diyen,soytarıya ben ne diyeyim ki...
Sanki Peygamberimizin yanında imiş , teker teker saymış gibi anlatıyor...BEN ONİKİ CİVARINDA biliyordum...O ONYEDİ DİYOR... Ben pes diyorum...Bu tünek mensubuna ve bunun gibilerine bu tüneği terkediyorum...İnşallah mecbur olmam dönmeye...
Saygı ile.. Şiirimize emek vermiş büyüklerimizi anmak, bir vefa borcu olsa gerek. Şairimiz Asaf HALET ÇELEBİ'Yİ rahmet ve saygıyla anıyorum.
*Nadir ŞENER HATUNOĞLU: matematikçi-bilim uzmanı*
Bu şiir ile ilgili 43 tane yorum bulunmakta