Akşamın geç saatlerinde kapıları aralıksız üst üste vuruldu, yumruklandı. Açılan kapıdan komşuları Mor Avedis girdi. Çok heyecanlı ve o kadar da telaşlı olduğu karanlığa rağmen hal ve hareketlerinden apaçık beli oluyordu. Oturur oturmaz kurduğu ilk cümleler heyecanın sebebine ve o denli haklılığına açıklık da getirmişti. Çok hastaymış, günlerdir ölüm ve ölüme dair çok kötü rüyalar görüyormuş. Eceli, her an yanı başında hissediyormuş. Bu yüzden dışarıdaki çocuk ve akrabalarını son bir kere daha görmek arzusuyla, onları çok acil köye davet eden bir mektup yazmış. Gece gece bu ani ziyaretinin sebebi de bu mektubu tez elden kasabadaki Kuyumcuya götürecek kimsesi olmamasından kaynaklanıyormuş.
Yavuz efendi, konuyu anlayınca; “Komşusunun bunu dert etmemesini” söyleyerek mektubu kasabaya götürmek için sabah namazında iki çocuğunu yola koyacağına dair söz verince Mor Avedis Efendi, derin bir oh çekti ve biraz sakinleşti. Geldiği gibi aynı heyecanla Süryanice dualar ederek tekrar gecenin karanlığında sokakta yavaş yavaş ilerledi ve gitgide karanlıkta silueti de kayboldu…
***
Çocuklar kasabaya erkenden varmak için sabah namazını müteakiben zarfı aldıkları gibi yola koyuldular. Kestirme olduğu için dağdaki patika yolu seçtiler. İkiz kardeşler Selim ve Sinan oynaya oynaya kasabaya doğru ilerlediler.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta