Daha henüz; “Akif” alıp da kağıdı-kalemi eline
Yazmamıştı: Çanakkale Destanı'nı...
Daha henüz;
Anafartalar'da, Conk Bayırı'nda
Arıburnu'nda, kandan olma dereler akmamıştı.
Suvla'da, Kilye'de, Kilitbahirde deniz, kızıla boyanmadan önce
Karanlık Liman'da kopmamıştı küçükçe kıyamet! ..
Daha henüz “Yedi Düvel” anlamamıştı;
Türk'ün “mutlak” bağımsızlık sevdasını, vatan aşkını...
Boyun eğdiren ama eğmeyenlerin
Damarlarında akan o “deli kandan” haberdar değillerdi? ..
Tüm bunları bilemeden bu topraklara geldiler! ...
Hasan'ıda bilmediler, Memed'ide, Mehmetciği de..
İşte o kara günlerde, o kara sabahların birine uyandı, “Gelibolu'lu Çiftçi Hasan.”
Bir de baktı ki; yaşlı anasının başının arasında elleri, yaşlı gözleri.
O ise; hiç beklemeden, çoktan kaptı geldi bile, çatmadaki yadigar mavzeri.
Daha henüz On Yedi'sine bile basmamıştı küçük Hasan.
Ama düşman ona hiç sormadan basmıştı yurdunu!
Basmıştı dağlarını, ovalarını!
Basmıştı semalarını işte o kara gün, bir siyah karabasan.
Vatansız kalmamak için dövüşmek gerekti şimdi.
Söküp atmak gerekti düşmanı, ata toprağından.
Dalgalanmalıydı yine nazlı bayrak mavi göklerde
Okunmalıydı Beş vakit mübarek ezan.
Vardı koştu gitti, Çanakkale önlerine.
Baktı ki; önü ölüm, önü vahşet, dört bir yan, kan! ...
Baktı, topu topu bir tek şey var, baktı elinde?
O'ki; tek varlığı, o'ki; bir kuru can! ...
Ama gerekirse, O'da vatana kurban edilmeliydi?
O cana can veren bu vatan değil miydi zaten?
O değil miydi; en sevgili canan! ..
Dilde dua, kalpte iman çarpıştı Hasan günlerce...
Vatanın kurtuluşu için o günde ölmedi,
Nisan yağmurlarını anımsatan, bomba ve kurşun sağanağı altında ayakta durdu.
Derken öyle bir an oldu ki; sustu her bir şey...
Umutlarla birlik oldu rüzgar... Rüzgar sustu, yapraklar sustu.
-Ne oldu, Mecidiye bataryası? ...
-Hamidiye ne? ... Dardanos, ne oldu? ...
-Peki ya sen, Namazgah? ... Nedir bu sessizlik, dediler hep bir ağızdan?
Sonradan duydular ki; işte o an
Adı, Seyit Onbaşı olan
Ulular ulusu bir yiğit az ötede vuruldu!
Can yakan bir sıkıntının içinde, o günün gecesinde
Günlerdir uyuyamadığı bir uykuya daldı bir ara Hasan.
O kısacık uykuda bir çaresiz soru sordu çaresizliğe? ..
Acaba günde beş vakit secde ettiği Tanrı, unutmuş muydu yağmuru? ..
Çünkü günlerdir;
Kınalı saçlarının çevrelediği başına
Kopmuş kol, savrulmuş el-bacak
Parçalanmış nice yürek yağıyordu! ..
-Allah'ım yağmur yolla bize, dedi uykusunda, yanında umut olsun!
Velilerin, Erenler'in sana sebep duaları hatırına? ...
Başka hallı, şu sonumuz ne olacak? ..
Kurşunlara razıyım, ama istemiyorum artık, yağmasın başımıza
Kafa, kol, gövde, baş ya da bacak!
Sonra o kısacık an içinde; bu ufacık rüyada
Savaşın çirkin yüzünden,
Bomba seslerinden
Kandan
Dehşetten
Aldı başını gitti uzaklara Hasan..
Bir melek yol gösterdi ona,
Mescid-i Aksa'ya bıraktı bilinmeyen eller onu
Süleyman'ın evine ki ve bilinir ki;
“Allah için” yapılan ilk evdir o, mübarek cinler çalışmıştır inşasında.
Ve hayr'ın ilk kapısıdır.
Hasan çaldı o kapıyı ve dedi ki:
-Vatanım için kapına geldim ya Allah!
İşte gelip ilk evine, sana sığındım?
Lakin kızgınım! Toprağımı bastılar amma: “La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim”
Yalnız senden yardım dileriz bil bunu, yüz çevirme?
Medet ya yaradan yüce hakim! ..
Sonra uyanınca o mübarek uykudan,
O anda bir deli yel esti savaş meydanlarında...
Bir kasırga indi sanki hiç bilinmedik bir yerlerden.
Ateşe verdi düşmanın ayak bastığı her bir adımı.
Belki de bu; henüz ilk kez gördüğü, mavi gözlü bir “sır'dı.”
Zaten günlerdir;
Çok ama çok yakınlarında bir rüzgar dolanıyordu belli belirsiz...
Hissediyordu bunu,
Hissediyordu bir gün birinin çıkıp, ön ayak olacağına bu işe.
Adını zaten çokça duyuyordu.
Sarı parlak saçları, altını kıskandırırmış dediydiler!
Kimseler bakamazmış o gözlere uzun uzun
Çakmak çakmak gözleri yıldırımdan da betermiş!
Anadan doğma bir yiğitmiş ki bu;
Adı: Mustafa Kemal'miş!
Düşman mevzilerine kadar gidip gidip döner de,
Kimselerden korkmazmış!
Bir yıldırımmış demelerine göre;
Dikilirmiş kurşunların önüne de,
Vurulmazmış!
Savaşmaktan usanmazmış.
Dediler ki, daha bir de:
Bu savaştan sonra gidip, Kocatepe'den;
Afyon Ovasına, bir Bozkurt gibi
Yunan'ın üzerine de atlayacakmış! ..
O ki;
Masmavi gözlerden ateşler saçarak.
Ve sanki sürekli
Ve muazzam
Ve korkusuz.
Ama her haline yansımış bir takva içinde.
Dehşet ama bir o kadar da mütevekkil.
Bir ara amansız olurmuş,
Sonra mütedeyyin bir derviş
Ama “insan...”
Ve hiç bilinmedik zaman kalıpları içinde
Kimi anı, geri alıp getiren,
Kimini önüne katan
Bir cevval cenk ustası gibi:
Bir elinde Yıldırım Beyazıt'ın gürzü var sanki?
Diğerinde Ali'nin zülfikarı.
Başında Alparslan'ın miğferi varmış gibi duran
Atılan
Saldıran
Geçtiği zaman aralıklarını yakıp yıkan
Görülmedik
Bilinmedik
Ahiri yok!
Olmayan
Olamayan
Söylenmemiş tüm methiyelere namzet, ebedi.
Ve bilinmeyen bir alemin en çılgın savaşçısıymış gibi hallerle.
Ve ak bir tayın sırtında.
Ve giydiği savaş pelerininin içinden savrulan bir imanla,
Bedr'den bir kasırga
Mohaç'tan bir rüzgar
Çaldıran'dan bir fırtına benzeri,
Bir mucize gibi..
En sonunda işte geldi? ..
Esti, yaktı, yıktı, gürledi!
Zaten yürekli Mehmed'e bir tutam yürek gerekti!
O'da bir tek onu verdi! ...
O an bildiler, öğrendiler ki, bu yaman yiğit:
Mustafa Kemal'di.
Tarihin daha önceleri görmediği bu eşsiz adam
Son bir “emir” verdi az sonra onlara, işte tam da oracıkta!
-Size ölmeyi emrediyorum! ...
-Vatan için gerekirse şimdi düşeceğiz bu kutsal toprağa! ..
Hiç ikiletmediler... İşte bu koç yiğitler, Hasan'da var içlerinde.
Düştüler Çanakkale önlerine sırayla, birer birer.
Ve tarihe düştükleri notla da
Düştükleri yerlere gömüldüler! ..
Şimdi huzurla uyuyorlar Çanakkale önlerinde...
Koyun koyuna, adı bilinmez nice vatan evladı;
Koç yiğit “Gelibolu'lu Çiftçi Hasan'la” birlikte!
Ruhları şad oldu her birinin, biliyoruz? ...
Ve biliyoruz ki; her birinin de bir mekanı var şimdi... Cennette.
Kayıt Tarihi : 4.3.2014 11:48:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!