Kulağımda ölülerin sesleri
karanlık
nemli dehlizlerden gelen çığlıkları…
Başladı gecenin alaca gürültüsü...
Huzursuzlar
öyle çoklar…
Ölüler konuşuyor
dinleyin!
Dinleyin ne anlattıklarını
rahatsız
karanlık
acı
ve nemli çığlıklarını...
ŞEHİTLERDEN İLKİ:
(Doğruldu çürümüş etlerine aldırmadan yattığı yerden)
— Tam son kayayı çıkarken yedim kurşunu
ey, yataklarında rahat uyuyanlar
olmadık işlere razı gelen sizler
haberiniz oldu mu hiç bizden?
Tam son kayayı çıkarken yedim kurşunu
duyamadım bile kurşunun sesini
acısını hissedecek vakit yoktur ölüm yarasının…
Eksi on sekiz derece
ayağım don
soğuk acısı nasıl yakar kor ateş gibi cayır cayır
bilir misin ki sen yatağında rahat uyuyan
evden işe özel aracıyla giden
birbirini vuran, aldatan
ve satan vatan toprağını üç kuruşa…
ŞEHİTLERDEN DİĞERİ:
— Kerim vardı onbaşı,
ve ben vurulmadan evvel gördüm ellerini
mosmor kesmişti parmakları garibin
karla ovduk
uyumasın diye
Bir Kerim vardı
nişanlıydı, biraz saftı, adamdı ve fakat
ben yemeden hemen önce kurşunu
yenildi soğuğa üç beş nöbetinde…
ayıramadık tüfeğini donmuş mor mor parmaklarından…
Beni sormayın,
son hatırladığım bu
ve uyandım işte erken gömdüğünüz bir mezardan…
***
Kulaklarımda sesleri
duyuyor musunuz karanlık nemli dehlizlerden gelen çığlıklarını
televizyonlarda birkaç saniyelik “son dakika” haberleri kadar anca sürmüştü
toprağa düşüşleri…
Ne değişti kaç yüz yıldır bu topraklarda
vagonlarda tıklım tıklım
o kıtadan bu kıtaya ölüme uğurlanan memetler
şimdi mezar gibi karakollarda yem misali memetler
Ne değişti kaç yüz yıldır bu topraklarda?
Şşş
sessiz olun!
silkelendi bir on başı ile başçavuş topraktan…
fakat onların hikayesini anlattı
az yanlarında yatan yine başka bir şehit:
(ONBAŞI ve BAŞÇAVUŞ)
Daha doğarken yetmedi anasının nefesi
ve aldılar mahpusa babasını, daha dokuzunda toyken Seyit
Sonra
bıyığı yeni terliyordu
verdiler sevdiğini kel ve kepçe kulaklı bir deve
Sonra
bir başına kaldı Seyid
öldü içinde kaç kez
eksildi kendisinden
Yani bir Seyit kaldı,
Seyit'ten kaç kez eksik,
kaç kez yitik...
Sonra
aldılar yaşı yettiğinde askere
yaptılar Komando Onbaşı
fakat
Seyidin aklı gidenlerinde, yitenlerinde...
Aklı hasılası almıyor hayatın neden bunca zor olduğunu…
ve yeryüzünde neden bir başına kalmışlığını…
**
Geçti zaman
eksildi Seyit eridi Seyit
Geçti zaman
hayat devam etti istese de istemese de
Geçti zaman ve bir gün dayandı kavga kapısına
işte o gün işler fenaya sarmış bir an
çatışmanın ortasında buldu kendini bizim Seyitten ne kaldıysa...
Ateşi, ölümü anlatmaya ne hacet
üstelik eksik Seyit, yitik Seyit
Planlıyor tek planlayabildiği şeyi
ölümü düşlüyor zaten ölümün orta yerinde:
— G-3'ü al, dedi kendi kendine
çök,
yere daya dizini
hizala namluyu boğazına
Emniyeti aç!
kurma kolunu çek!
sür mermiyi namluya!
Bas tetiğe!
bas!
En fazla barutun yakıcı sıcaklığını ve kaynar suda haşlanır gibi beyninin dağılışını hissedersin
yok canım
bunlar salisede olacak şey
korkma
hiçbir şey hissetmezsin!
**
Tam düşünürken ölümün tuhaf kurgusunu
telsiz sesleri üfürdü kafasındaki kara dumanları:
— vuruldum! tamam! etrafım cevrildi! pusu var, dikkat!
— durumunu bildir! tamam! yerini tespite calışıyoruz, tamam!
(hışırtılar)
— gelmeyin, güvenli değil..... (hışırtılar)
Aklı başında değil Seyidin
dondu tüm düşleri
ve tuzla buz oldu içinde her ne kaldıysa geriye
Telsizdeki ses, komtanı Astsubay Ali …
Ali başçavuş
Seyit'i tek anlayandı
ya da dinleyen...
Seyit frekansı duzeltti
telaş telaş
korku korku
endişe endişe
Devam etti fakat
dinlemeye...
Başçavus:
— tam onumdeki yukseltinin arkasındalar... yaklasıyorlar... sanırım size doğru bir başka grupda olabilir... dikkatli, olun… tamam
Ali Başçavuş yarasını es geçmiş
bilgi veriyor diğerlerine
ve istemediği tek şey yardım işte…
Seyit’in kanı damarda durmaz daha
başçavuşuna da daha yakın üstelik
ve bekleyecek degil komutanının kötü sonunu
Kalktı siperden
atıldı ileri Seyit....
Yürü Seyit
hatta koş seyit,
sakın duraklama!
Koştu seyit
dedi:
— Dayan ey ayaklarım
parçalana dursun botlar
dayan ellerim
dona dursun parmaklar
Kıyacaksak canımıza,
başımızın üstünde uçuşurken namerdin kurşunu,
heba etmemeli kendi kurşunumuzu…
..
Toprak oldu su onbaşının ayakları altında
aktı sanki acıta acıta
kesti çakıl
yaktı toprak
yine de koştu, sanki zamanı atlatarak…
***
Ulaştı bir kayanın ardındaki başçavuşun yanına
fakat çoktan yemiş bitirmişti oluk oluk akan kan komutanı
Anca o an fark etti kendi sırtındaki kurşunun ağır acısını
yığıldı yanına şehidin
fakat gözleri açıktı her ikisinin
arkalarında kalmış demek…
***
İşte
o gün on beş can aldı hainin pususu
Biri yeğenimdi…
biri seyit
biri başçavuş
biri ben...
Şırnak’tan
Diyarbakır’dan
geldi kara haberler
hatırladınız mı?
O gün düştü 15 haneye kabir azabı
durdu dünya kaç hanede
en acı tattan, küften beter bir kahır
kahırların beteri…
beterin beteri…
Barış içinde bir hayat yaşamak neden zor?
bu küslük, bu hırs bu kin neden?
Tek yürek yürürken elin üstüne
on milyonduk daha iki üç kuşak evvel
şimdi yetmiş milyon küsürüz
nedir bu amansız ayrılık?
İşte
o gün on beşimizi daha verdik
Biri yeğenimdi…
biri seyit
biri başçavuş
biri ben...
Hepimizin de adı Mehmet...
******
***
Şimdi şuan şehirlerde
mesela Kızılay’da
Beyoğlu’nda
mesela kordon boyunda
rahat sessiz yaşamlarının sıkıntılarından dem vuruyor insanlar
Yahut kahvede okey pişpirik batak
hatta lafımızın içinde dışındaki her mecliste
yalandan bir vatanseverlikle
onca gürültü kıyamet koparıyor birileri sırf kendi çıkarına
Duyabiliyor musunuz kuru gürültüler arasında kaybolmuş
ölülerin seslerini?
bu onların sessiz çığlıkları!
Feryatları heryerde her zaman diliminde
mayından mı
kurşundan mı
Sivil mi, asker mi
1914 mü 1920 mi
1997 mi 2012 mi
Ne fark eder Sarıkamış mı, Yemen mi, Çanakkale mi
Kıbrıs mı Kore mi
Hakkari Şemdinli mi
Ne fark eder
dağ karakolu mu
sınır karakolu mu
şehir merkezi mi, ecel namerdin hilesinden geldimi…
Duyuyor musunuz seslerini
öyle çoklar
Gücü yetmez yaşayanların
bu feryatları izahata
Derken,
kımıldadı diğerlerinden daha canlı bir ölü
Halil!
Bak doğruldu topraktan
taze sürgünler vermek için kuruttuğunuz fidanlarda
erdi huzura Halil!
Artık
duysun işine gelmeyeni duymayan kulaklar
görsün görmezlikten gelen gözler:
ŞEHİT HALİL
I
Halil, bir narin fidan gibi
dirildi mezarından!
vedalaşıp canlı ölülerle
karıştı arasına yaşayan cansızların!
Halil vurulmadan önce ki gibi
arasında yeniden insanların!
mesela, inşaatta elleri harç karıyor
mesela direksiyon başında
pazarda yahut nöbette...
Mahkemede mesela;
belki tanık
belki sanık…
Halil, doğruldu mezarından
kemiklerini birbirine geçirip,
gerin
gerin…
Çürümüş etleri ve
göz çukurları boş
çürük
fakat daha canlı senden benden
……
Halil kalkınca
iki metrelik mezardan, bir yetmiş sekiz
çekti havayı, katran kaplı ciğerlerine
acıdı içi
eti, etti cızz.
“Düşünme, diri günlerini ellerinin
demiri bükerken
oltayı çekerken hatta
karalarken kendince bir şeyleri…
düşünme! ”
dedi kendi kendine…
Elleri Halil’in
iriydi,
nasıl kuvvetli…
lakin, geçmiş gün bu
ve asıl mevzu elbette bu değil!
“Sakın Düşünme, nasıl kıydılar gençliğine! ”
II
Halil bir narin fidan idi
gün geldi öldü
öldü, öldü, dirildi!
dirildi mezarından,
tek kökleri sağlam kalmış dikensiz bir gül fidanı gibi
ağır, aksak, kırık bir saat gibi..
***
Bir dağ karakolu baskınında
şehit düştüğünden beri
oldu hayli,
üç yıl iki ay on beş gün
Değişmemiş mi o günden beri hiçbir şey?
saymazsak
havanın daha az nemli
daha çok karbondioksitli
daha çok zehirli olduğunu…
ve
daha çok Ölümü!
daha çok şehidi…
— Öl Halil! İyisi mi sen yine öl!
dedi kendine
görünce devrin bu halini..
— Gömül, ey Halil! Görmesin gözün daha!
duyma!
bilme!
düşünme heba gençliğini!
öl Halil!
İyisi mi sen yine öl!
III
Halbuki
ne çok işe yarardı,
bir kartalın kanatlarına sahip olsa
ve kalın bir derisi olsa…
ejderha gibi sağlam mesela…
ve pençeleri bir kaplanınki kadar kusursuz…
Ne çok işine yarardı tam o gece!
**
Vurulduğu gece!
yıldızlarla doluydu gökyüzü
hava da dehşetli bir yalnızlık
ve rahatsız bir korku…
Ve toprak emmiyordu artık derdi, kederi...
hele en fenası
bilememek bir kaç dakika sonrasını…
Üstelik
elle dokunmuş bir atlas kilim gibi kıpkızılken gökyüzü
— FAKAT,...
Ve baş döndürücü Devasa boşluğunu aydınlatan yıldızlar...
— FAKAT,…
En büyüğü bir prinç tanesi kadar...
— FAKAT, kaç güzelim dünya sığdırmıştı hayallerinde her bir tanesine?
Hatırladı o gün ki resmini tabiat ananın
en büyük ustanın fırçasından çıkmış gibi
işte
gökyüzünü öyle kazımış aklına …
acıdı içi
eti, etti cızz, … ahhh...
Sakın Halil, sakın düşünme bunları daha!
IV
Sonra
haykırdı bir dolu kalabalığa:
— Siz ey!
Siz!
gün boyu ekmek kavgasındakiler!
ve
çile çeken
ve
yorgunluk ağrılarıyla uykularında yaşayanlar!
Siz ey! Halil’i, Mehmeti’ unutanlar!
Doğruldu işte Halil mezardan!
Söyleyecek şarkısını en güzel şiirlerin
Özgürlüğün
Barışın
Onurun hatta…
Hatta Açlığın
uykusuzluğun derdini anlatacak, dinleyin!
Gecenin alacasında kalktı Halil
uyandıracak en derin uykusunda yaşayanları
kurşunla mayınla değil
bağır çağır türküler ile…
Uyanın!
Kalkın!
Dinleyin seslerini
doğanın şu sessiz ahenginin;
Rüzgar
Dalga
Yaprak
hatta Toprak söylüyor bizimle!
Dinleyin!
Uyandığınız an
bir nida yayılacak kulaktan kulağa!
Güneş dağın,
Ay bulutun ardından kurtulacak!
Doğacak ufak elleriyle nice körpeler
demir atması gibi koca geminin denize
kök salışı gibi çınarın, kavağın, meşenin Anadolu’ya
yayılacak haberi barışın, umudun
inancı özgürlüğün!
Hem
Sürgünde olmayan ne bilsin vatan hasretini
kerem olmayan Aslı’ya özlemi
ne bilsin, ne
hapislik çekmeyen özgürlüğün iri, sulu bir elma tadında olduğunu
neden vazgeçilemezliğini!
Yavrusu olmayan, analığı
nöbette olmayan gece korkusunu,
ne bilsin Mehmet olmayan, sırtından vurulmanın sızısını!
Ne bilsin, ne
ölüp dirilmeyen, bizi?
İşte Benim, Halil!
bir dağ karakolu baskınında dimdik yere yaslanan!
V
İşte biz mehmetl!
en iyisini biliriz vuruşmanın
kavganın
mücadelenin evelden…
Biziz Halil, Mehmet
ve
en iyi biz biliriz
bir avuç dediğin toprağın
nasıl dipsiz karanlık soğuk olduğunu
Öte yandan
nasıl bereketli
doğurgan
ve cefakar olduğunu!
Kalktım işte
az evvel
sonsuz uykumdan!
dinleyin!
Sesimiz
Rüzgarda
Dalgada
Yaprakta
Vatan mevcudu her karış toprakta!
***
(SON)
Bakın!
Gözleri ateş Halil’in
Halil'in gözlerinde bin Memet
bin memetin bini de tetikte...
gez
göz
arpacık...
Gocunmaz
yedi düvel çıksa karşına
yeterki yüz yüze
yumrukla, süngüyle...
mertçe…
Fakat
dört yanı mayın
pusu
hile
Memet’in yüreği koskoca mangal
yanıyor sıla...
ana...
yar...
Reva mı bu çile
bu en güzel çağında?
Yüreği yangın yeri memet’in...
havada barut
göğsünde kurşun...
kanar sıla...
ana...
yar...
Bak!
nöbet başında nice yiğit
aydınlığa dikmiş gözlerini...
yanıyor
Işıyor
Yakınmıyor FAKAT!
Kayıt Tarihi : 6.9.2012 15:42:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!