Delirmiş fırtınaları kucaklayan gögsümün sızısı dinmiyor.
Yaşamın kıyısında ölümcül bir hasta gibiyim.
Hangi şehir, hangi semt, hangi sokak burası.
Nereye gittiğimi bilmeden, amaçsız gayesiz yürüyorum.
Artık tekme atmıyorum boş konserve kutularına.
Kırık kırpık yaşattığın,
Ertelenmiş bir hayatın hesabını sorma neolur benden.
Ben ne bu şehirden, nede senden kaçıyorum.
Kendi çelişkilerimden,kendi iç şavaşlarımdan,
Birde kahrolası korkularımdan kaçışım.
Evet ben bir korkağım.
Neden diye sorma, içiyorsam nedeni var.
Ya dertten ya keyften.
Heeey kemancı...!
Nede dertli dokundun bu akşam tellere,
Gel hele şöyle sokul yanıma.
Uzaklarda çig düşer akşamları ve ıslaktır kaldırımlarmlar,
Yıllarca seni aradımda yorulmadım.
Birgün olsun bıkıp usanmadım.
Seni bulunca yaralarım kapanır,
Sızım diner sanmıştım
Acının en büyügü ise,seni bulduktan sonraymış
Zayıftım.
Sana karşı güçsüzdüm.
Her vurduğunda yıkıldım.
Mabedim, sığınağım.
Kimler üzdü seni böyle?
Gözlerindeki hüznün adı ne?
Öyle her köşe başında karşıma çıkıp durma.
Daha yaşayacak ömrüm var, görecek günüm.
Öyle kaş altından bakıp beni vurma.
Herşey seni hatırlatırken,
Unutmayı kolaymı sanırsın
Şu engin deniz, gökte yıldız, dalda yaprak,
Hüzünbaz bir şarkı, saksıda menekşe, fincanda çay
Ve bu şehrin her köşesinde ayrı bir sen varken,
Unutmayıı kolaymı sanırsın.
Demin rüzğar kokunu getirdi eski bir kentten.
Hasretim, özlemim,
Bu rüzğarda yoluna harcanmış gençliğim var.
Sevebiliyorsak insanız.
Gülebiliyorsak ağlatmadan.
Sevebiliyorsak insanız,
Bir çiceği koparmadan dalında.
Sevebiliyorsak insanız,
Ve severken, parmağını emen bir bebeğin,
sayın BİRDAL şiirleriniz içten ve çok güzel