Işıltılı gökyüzü değişti Şef Seatle. Kararmış bulutlarının öfkesi, merhamet etmeyenlere, merhamet göstermiyor artık. Gökyüzünün ölüm burgacı, denizin öfkesiyle birleşti. Doğanın intikamı “Büyük Beyaz Reis” in, sarsılmaz sanılan imparatorluğunun kılıfını parçaladı. Zavallı, cılız bedeninin o iğrenç ve acıklı görüntüsü taşındı evlerimize. Bu görüntü o kadar küçük o kadar zavallı bir durumdaydı ki, “Büyük Beyaz Reis”in sömürerek açlığa mahkûm ettiği insanların bile içinde merhamet duyguları uyandı. “Büyük Beyaz Reis’” in sömürdüğü sofralarından arta kalan kırıntıları paylaşmak istediler, bu cehennem zebanisinin bir alt sınıfa mahkûm ettiği kara derili insanlarıyla.
Peki, bu ırkçı ve faşist ülkenin niyeti o günden bu güne hiç değişti mi?
Hayır, Şef Seatle…
Hayır…
Hiç değişmedi…
Senin halkının ve topraklarının üstünden geçen o ölüm makinesi, yüz görünümü maskesi değişikliği yapsa da hep aynı kaldı!
Çünkü onun boyandıkça çirkinleşen çağdaş görünümünün köklerinde kanla beslenen bir vampir yaşıyordu.
Bu ülkenin kan tadına alışmış beyaz insanları da, medeniyetin doruğuna ulaşmış bir üstün ırk olarak görüyorlardı kendilerini.
Bütün dünya halkları ve kendi derilerinin rengini taşımayan insanlar da onlar için çalışan, onların mutluluğu için var olan “insancıklar” yığınıydı onların gözünde.
İnanması güç ama buna kendilerini yürekten inandırmışlardı.
Kalın ve Pembe gözlüklerin arkasında, insan acılarını umursamadan yaşayan bu insanlar, acı kapılarına dayanmadıkça, canlarından can almadıkça “Büyük Beyaz Reisin” sömürerek yoksul ve güçsüz bıraktığı, başka ülkelerde yaşayan insanların acısını asla duymuyor, görmüyorlardı.
Açlıktan ölen kara derili çocukların iskeletinden kuruyorlardı mutluluk çatılarını.
Çünkü acı çektirdikleri her ülkenin zenginliğini, kendi refahları için kendilerine hak görüyorlardı. Onların mantığına göre dünya onlar için yaratılmıştı!
Ama bir gün yataklarından gülümseyerek kalkıp, huzurla işlerine koyulduklarında, o güne kadar görmezlikten geldikleri faşizmin acımasız dişlerini yüreklerinde duydular.
Canavar yavrularını yemeye başlamıştı…
Kalplerinin attığı yerler birer ateş topu olarak içlerine akıyordu.
Birer gurur abidesi olarak gördükleri tapınakları, mezarları olmuştu.
Aslında bu acıklı gösteri, onların inandığı gibi “Büyük Beyaz Reis’in” kapıkullarının
marifeti değildi.
“Büyük Beyaz Reis” Dünyaya acı salmanın kılıfını, insanlarına acı çektirmekte bulmuştu.
O kadar…
Öyle de oldu(!)
Ne acıdır ki “Büyük Beyaz Reisin” sizleri yok ederek edindiği yurdunun insanları da
buna inandı.
Ya da inanmış gibi yaptılar, savaş ganimetlerinin hatırına!
Hep birlikte el ele vererek sofralarına kanlı ekmek taşımaya başladılar.
Şef Seatle. Dünyanın geleceği ve insanın iyiliği için uyarmaya çalıştığın “Büyük Beyaz Reis” bir insan değil bir makineydi. Ona gönderdiğin mektupta
“Sözlerim, asla yer değiştirmeyen bir yıldız gibidir.” demiştin ve haklıydın.
Günümüzde bu sözlerin değeri yıldızdan, güneşe dönüşse de, bir makinenin duygu yoksunluğu içinde olan “Büyük Beyaz Reis” bu sözlerden bir şey anlama zekiliğine ve insani duygularına sahip değildi.
Onun gözünde sadece, daha fazla yok ederek sömürmenin karanlığı vardı ve o karanlık durmadan büyüyordu.
İşte o günden bu güne, karanlığını daha çok büyüterek, o dayanılmaz ağırlığıyla geçti insanların ve doğanın üzerinden.
Her geçtiği yere kan ve gözyaşı ekerek.
Her geçtiği yerde yoksulluk ve ölüm bırakarak.
Her geçtiği yeri yağmalayarak.
Her dokunduğu insanı kendine benzeterek!
Şef Seatle…
Seninde yakından tanıdığın o vahşi reis, gün geçtikçe iyice vahşileşip iflah olmaz bir canavara dönüştü.
Yeryüzünü bir cehennem zebanisi gibi dolaşarak, cehenneme çevirmeye devam ediyor hala!
Elinin, gözünün, ruhunun değdiği her yer harabeye dönüşüyor.
Kötülük saçan bu canavarın geçtiği her yerde, insanlar mantıklarını yitiren birer kuklaya dönüşüyor.
Ruhlarının yitik karanlığında “Büyük Beyaz Reis”in sunduğu şerbetin rengine kanarak, büyük bir iştahla içiyorlar bu ölüm iksirini!
Sonra, her biri bir beyaz reis olarak kıymaya başlıyorlar birbirlerine ve insanlığa!
“Büyük Beyaz Reis” nereye ayak bassa, orada bir daha barışın, huzurun, sevginin güneşi parlamıyor!
Gökyüzünün ve toprağın sıcaklığını bir daha kimse duymuyor!
Gökyüzü de, toprak da, deniz de, yıldızlar da kül değerine iniyor!
İnsana dair kutsal olan her şey, bir anda anlamını yitiriyor!
İnsani olan her şeyin değeri anlamdan düşüyor!
İktidar olmanın ve metanın çekiciliğinde yitip gidiyor, değerli olan ne varsa!
Bir yerden sonra, doğruyla-yanlış, iyiyle-kötü birbirine karışıp, birbirleriyle
öylesine benzeşiyorlar ki renklerini ayırmak zorlaşıyor.
Bu karmaşanın bulanık görüntüsünde Şef Seatle, “Büyük Beyaz Reis” size nasıl “babalık” ettiyse, şimdi de babalığına soyunduğu her ülkenin çocuklarını, çocuklarım diye diye tıpkı senin halkın gibi yok etmeye devam ediyor.
Suyunu bulandırıp, dibini kazımak için kepçesini içinden hiç eksik etmediği ülkelere, “Barış” götüreceğim diye savaşı götürüyor!
“Özgürlük” vereceğim diye tutsaklığı armağan ediyor!
Üstelik bu ülkelerin “Büyük Beyaz Reis”e, yüzyıllar geçse de içeriğinden hiçbir şey kaybetmeyen, doğa ve insan diyalektiğini bunca güzel anlatabilen bir mektup yazacak, insanlık dersi verebilecek bir bilge “Şef”leri de yok!
Yani bizim durumumuz, senin halkının o günkü durumundan daha kötüdür Şef Seatle!
“Toprak insana değil, insan toprağa aittir. Ve bu dünyadaki her şey, bir ailenin fertlerini birbirine bağlayan kan gibi, ortaktır ve birbirine bağlıdır. Bu nedenle de dünyanın başına
gelen her felaket insanoğlunun başına gelmiş sayılır.” derken bu günleri görüyordun.
Çünkü insanoğlunun o doymaz açlığını hissetmiştin.
Deneyimli gözlerine yansıyan görüntüler seni ürpertip korkutmuştu.
İnsana ve doğaya karşı duyduğun o kutsal sorumlulukla uyarma gereği duymuştun.
Ama bu bilge öğretmenin uyarılarını kimse dikkate almadı!
Şimdi doğa, uyuduğu yerden başını kaldırdı! Şef Seatle.
İnsanoğlunun eliyle bozulan dengesini, insanları yok ederek yenilemeye çalışıyor!
Yani düşmanını yok ederek var olma savaşı veriyor!
Yani Buffalo’ları öldüren, ormanı yakan, havayı, toprağı kirleten insanlardan intikamını almaya başladı!
Dünyanın “devi” olduğuna inananlara, doğanın öfkesi karşısında ne kadar küçük olduklarını gösterdi, gösteriyor!
Peki, doğanın bu uyarıcı öfkesi insanoğlunun aklını başına getirdi mi?
Hayır, Şef Seatle...
İnsanoğlunun “Büyük Beyaz Reise” dönüşen doymazlığı, gözlerini öylesine kör etmiş ki bunu görmesi mümkün değil!
Maalesef ki her birimiz birer “Büyük Beyaz Reis” olduk!
Ruhumuzu, hırsımızın karanlığında yitirdik!
Kirlendik…
Dıştan içe, düşünceden düşe kirlettiler bizi…
İdeallerimiz küçüldükçe kir çoğaldı!
Ne aşk kaldı insanoğlunun yanında ne düş!
Aynalar da yüzümüzü yitirdi!
Bir insan gibi düşünüp, bir insan gibi kokmuyoruz artık!
Dağda ki kartallar da yok oldu, dağları örten ormanlarda!
İnsanlığımız da…(!)
Gökyüzünde dolaştığına inandığın ruhun bir gün bakacak ki Şef Seatle.
Ne dünya kalmış yerinde, ne de insanlar!
Biliyor musun?
O an, senin ulu ve bilge ruhunun karşısında, küçük beyaz reisin o zavallı ve aciz ruhunu
görmek isterim doğrusu…
Şimdilik tek dileğim budur…
Hoşça kal Şef Seatle…
Hoşça kal…
(Not:
Şef Seatle, 1854 yılında A.B.D. Başkanına mektup yazan Kızılderili reisi.
Bu ünlü mektup Amerika’daki Seatle Squamish müzesinde bulunmaktadır.)
13–9–2005
ortakhaber.com
Suna ArasKayıt Tarihi : 16.9.2005 21:56:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
ŞAŞA KALDIM.
BUNU BİZLERLE PAYLAŞTIĞINIZ İÇİN TEŞEKKÜRLER EDERİM.
SAĞOLUN
TÜM YORUMLAR (1)