Takvimler 15 Temmuz sabahını gösterirken herkes için sıradan bir günmüş gibi başladı Cuma günü... Sıcak bir yaz günüydü. Habersizdi ülkem hiçbir şeyden. Gün normal seyrinde başlayıp, normal seyrinde sona eriyordu ki, akşam saatlerinde köprülerde bir hareketlilik olduğu haberleri gelmeye başladı. Biz, bir terör eylemine engel olmak için tedbir alınıyor herhalde! diye önemsememiştik gelen haberleri. ‘Galiba darbe oluyor’ diyenleri ciddiye almayıp, durumu şaka zannedecek kadar ihtimal vermemiştik böyle bir hainliğe. Gerçi 'Darbe' nedir çok iyi bilmiyordum o güne kadar ama duyduğum ve anladığım kadarıyla haince bir şeydi. Ve ülkeme yeni bir kötülüğün yapılmaya çalışıldığından emindim.
Ekranlarda başbakanımızı görüp, "Doğrusu bir kalkışma ihtimali üzerinde duruyoruz." haberini aldığımızda durumun ciddiyetini anlamaya başlamıştık. Sonra hep beraber televizyon ekranlarına kilitlendik. TRT kanalındaki spiker darbecilerin bildirisini okurken, sinirlerimiz iyice bozuldu. Saatler ilerliyordu ama gün bitmek bilmiyordu. Coğrafya dersinde en uzun gecenin 21 Aralık olduğunu öğrenmiştik. Ama biz en uzun geceyi 15 Temmuz'da yaşıyorduk...
Gecenin ilerleyen saatlerinde cumhurbaşkanımızı ekranlarda gördüğümüzde, artık hiçbir şüphemiz kalmamıştı. Cefakar memleketime bir hançer daha saplanmaya çalışılıyordu... Zaten bu ülkede ne zaman bir şeyler yolunda gitse, peşinden bir ihanet hep onu takip ederdi nedense. Cumhurbaşkanımızın çağrısından sonra babam bizi anneannemler de bırakıp, meydana koşarken, bizde evde dualara sarıldık. O gece görüşemedik babamla. Korku, endişe ve cesaretin birbirine karıştığı tarifi olmayan duygular yaşıyorduk. Korkumuz, endişemiz mazlumların sığınağı, İslam dünyasının kalbi cennet vatanımız Türkiye’mize karanlık çetelerin zarar vermesiydi. Cesaretimiz ise vatan kavramının canımızın ve kanımızın çok üstünde oluşuydu. Asla izin vermeyecektik, cennet ülkemize o kirli ellerin dokunmasına.
Günlerce vatanla yatıp, vatanla kalktık. Artık gündüzleri televizyondan gelişmeleri takip ediyor, akşamları meydanlarda geçiriyorduk. Bambaşka bir hale girmiştik ülke olarak, resmen bir tarihin canlı şahitleri oluyorduk, kendi destanımızı kendimiz yazıyorduk… Bir taraftan tarihin görmediği kahramanlık haberleri, bir taraftan şehit haberleri geliyordu… Özellikle şehit ve yaralı haberleri gelirken Trt’de ki okunan bildiri geçti gözümün önünden, ‘Yurtta Sulh Konseyi’ adını vermişlerdi. Bir alçaklık ancak bu kadar sinsice bir ambalaja büründürülebilirdi. Onca insanı katlederken adına birde sözde ‘Barış Konseyi’ diyorlardı utanmadan…
15 Temmuz bütün ezberlerimizi bozmuştu. Okulda öğrendiklerimizi hep altüst etmişti. Matematik iflas etmişti; gücü, tankları, silahları ellerinde tutttuklarını zannedenler, silahsız korunmasız sivillere karşı duramamıştı. Fizik kanunları derdest olmuştu, savaş uçaklarına süpürge sapı atıp tutturanlara karşı… Coğrafya en uzun geceyi yanlış tarif etmişti. Tankın önüne yatan bünyeleri hiçbir Biyoloji dersi açıklayamamıştı.
Tankları elindeki çantayla döven teyzenin halet-i ruhiyesini hiçbir Psikoloji ilmi anlayamazdı. Bir gecede darbe püskürtüp, sabah işine devam eden bir milletin durumunu hangi ‘Sosyoloji’ açıklardı? Velhasıl mı? Halktan iyi bir tokat yiyen ihanet çetelerinin ‘Kimya’sının bozulmaması mümkün müydü? Ve Tarih, kahraman dedelerin, ‘darbeye darbe’ yapan kahraman torunlarının destanını yazmakla meşguldü şimdi.
Doğusundan batısına, güneyinden kuzeyine bütün memleket tek vücut olmuştu, uzun yıllar sonra. Ne muhalefet kalmıştı, ne parti, ne fırka. Bütün memlekette zihinler farklı olsa da yürekler aynı vatan aşkıyla atıyordu. Necip milletimle bir kez daha gurur duymuştum. Asırlarca İslam’a hadim olan, cihana İslam’ı hakim kılan bu millet için bu şeref elbette tesadüf değildi. Ve bir kez daha gördüm, anladım ki, Mehmet Akif’in ‘Eğer o rüku olmasa dünyada eğilmez başlar’ dediği milletim, hiçbir gücün karşısında eğilmedi, eğilmeyecek, ve asla bu memleket yenilmeyecekti. Çünkü, bu uğurda canını hiçe sayan kıyamete dek rahmet ve minnetle anacağımız, nice kahraman vatan evlatlarını bir kez daha çıkarmıştı bu topraklar…
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...