Schubertiana Şiiri - İsmail Aksoy

İsmail Aksoy
1898

ŞİİR


17

TAKİPÇİ

Schubertiana

Schubertiana

I
Akşam karanlığında New York dışında bir yerde, sekiz
milyon insanın evini tek bir bakışla kapsayabildiğin
bir manzara izleme yerinde.
Oradaki devasa şehir, uzun bir parıltılı yığın, yandan bakınca
sarmal bir galaksi.
Galaksinin içinde, kahve fincanları tezgâhın üzerine itilmiş, vitrinler dileniyor yoldan geçenlerden, herhangi bir iz bırakmayan ayakkabıların bir velvelesi.
Tırmanan yangın merdivenleri, birlikte kayan asansör kapıları,
polisin kilitlediği kapıların ardında seslerin inatçı bir dalgası.
Birlikte batmış bedenler yarı uyukluyor metro vagonlarında, hızlı bir vızıltıyla ilerleyen o yeraltı mezarlıklarında.
Biliyorum da üstelik -bütün o istatistikler olmadan- tam şu anda biri
oralarda bir yerlerdeki odanın birinde Schubert çalıyor ve biri için işte bu tonlar her şeyden daha çok gerçektir.

II
İnsan beyninin sonsuz genişlikleri buruşmuş sığmış
bir yumruk büyüklüğüne.
Nisan ayında, tam da o bölgedeki ve tam da o samanlıktaki saçak altındaki bıldır yuvasına geri döner kırlangıç.
Transvaal'dan uçuyor kırlangıç, geçiyor ekvatoru, altı hafta uçuyor
iki kıta üstünde, kara kütlesinde yitip gitmekte olan tam da bu noktaya doğru yönelmiştir işte.
Ve bütün bir hayatın sinyallerini beş yaylı sazın oldukça sıradan akorlarında yakalayan adam
yani bir iğne deliğinden bir nehrin çağıldamasını sağlayan o adam
Viyana’lı şişman ve genç bir bey, ki gözlükleriyle uyuyan
bu adama dostları “Mantar” adını takmışlar,
dakik bir şekilde oturur yazı masasına sabahları.
Böylelikle nota yazımının o harikulade kırkayağı başlar kımıldamaya.

III
Çalıyor o beş yaylı saz. Ilık ormanlar arasından gidiyorum eve, altımda yaylanan toprak
büzüşüyorum doğmamış bir bebek gibi, uyuyorum, katlanıyorum ağırlıksız olarak geleceğin içine, bitkilerin düşüncelerinin olduğunu fark ediyorum birdenbire.

IV
Toprağın arasında batmadan gündelik hayatımızı yaşayabilmek için, öyle çok şeye güvenmek zorundayız ki!
Köyün üstündeki dağ eteğine yapışan kar kütlelerine güvenmek.
Güvenmek sessizliğin vaatlerine ve anlayışlı gülüşlerine, güvenmek kazayı bildiren telgrafın bizler için geçerli olmadığına ve iç tarafımızdan balta vuruşlarının birdenbire ortaya çıkmayacağına.
Çelikten yapılmış ve üç yüz kez büyütülmüş o arı sürüsünün tam ortasında, otobanda bizleri taşıyan tekerlek dingillerine güvenmek.
Fakat bunların hiçbiri gerçekte güvenimizi hak etmez.
O beş yaylı saz başka bir şeye güvenebileceğimizi söylüyor.

Neye? Başka bir şeye, ve o şey oraya kadar bir müddet refakat ediyorlar bize.
Merdivenlerden çıkarken ışığın sönmesi ve elin -güven içinde-
karanlıkta bulduğu kör tırabzanı izlemesi gibi mesela.

V
Sıkışıp oturuyoruz piyanonun başına ve dört elle
çalıyoruz fa minörü, aynı faytonda iki at arabacısı,
biraz gülünç görünüyor bu.
İleri ve geri taşıyor gibi eller çınlayan ağırlıkları,
sanki birbirlerine zıt ağırlıkları kımıldatıyoruz
o büyük terazinin kollarındaki dehşetengiz dengeyi bozmaya çalışan
bir deneydeymişiz gibi: sevinç ve acı aynı ağırlıktadır kesinlikle.
Annie "bu müzik çok destansı" demişti, ve dediği doğru.
Ama eylem adamlarına kıskançlık içinde yan bakanlar, aslında ruhlarının derinliklerinde kendilerinden tiksinirler katil olmadıkları için, kendilerini buraya ait hissetmezler.
Ve insanları alanlar ve satanlar, ve insanların satın alınabileceğine inanan niceleri de, kendilerini buraya ait hissetmezler.
Onların müziği değil bu. O uzun melodi kendi başına bütün dönüşümler içinde, arada sırada ışıltılı ve güçsüz, arada sırada kaba ve güçlü, salyangoz izi ve çelik tel.
Tam şu anda bizi takip eden inatçı uğultu
yükseliyor
derinliklerden.

[“GERÇEĞİN BARİYERİ”nden (1978)]

Tomas Tranströmer (1931-2015, İsveç)
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

İsmail Aksoy
Kayıt Tarihi : 20.12.2019 02:23:00
Hikayesi:


SCHUBERTIANA I I kvällsmörkret på en plats utanför New York, en utsikts- punkt där man med en enda blick kan omfatta åtta mil- joner människors hem. Jättestaden där borta är en lång flimrande driva, en spiral- galax från sidan. Inne i galaxen skjuts kaffekoppar över disken, skyltfönstren tigger av förbipasserande, ett vimmel av skor som inte sätter några spår. De klättrande brandstegarna, hissdörrarna som glider ihop, bakom dörrar med polislås ett ständigt svall av röster. Hopsjunkna kroppar halvsover i tunnelbanevagnarna, de framrusande katakomberna. Jag vet också – utan all statistik – att just nu spelas Schu- bert i något rum där borta och för att någon är de tonerna verkligare än allt det andra. II Människohjärnans ändlösa vidder är hopskrynklade till en knytnäves storlek. I april återvänder svalan till sitt fjolårsbo under takrännan på just den ladan i just den socknen. Hon flyger från Transvaal, passerar ekvatorn, flyger under sex veckor över två kontinenter, styr mot just denna för- svinnande prick i landmassan. Och han som fångar upp signalerna från ett helt liv i några ganska vanliga ackord av fem stråkar han som får en flod att strömma genom ett nålsöga är en tjock yngre herre från Wien, av vännerna kallad ”Svampen”, som sov med glasögonen på och ställde sig punktligt vid skrivpulpeten om morgonen. Varvid notskriftens underbara tusenfotingar satte sig i rörelse. III De fem stråkarna spelar. Jag går hem genom ljumma skogar med marken fjädrande under mig kryper ihop som en ofödd, somnar, rullar viktlös in i fram- tiden, känner plötsligt att växterna har tankar. IV Så mycket vi måste lita på för att kunna leva vår dagliga dag utan att sjunka genom jorden! Lite på snömassorna som klamrar sig fast vid bergsslutt- ningen ovanför byn. Lita på tysthetslöftena och samförståndsleendet, lita på att olyckstelegrammen inte gäller oss och att det plötsligt yx- hugget inifrån inte kommer. Lita på hjulaxlarna som på oss på motorleden mitt i den trehundra gånger förstorade bisvärmen av stål. Men ingenting av det där är egentligen värt vårt förtroende. De fem stråkarna säger att vi kan lita på någonting annat. På vad? På någonting annat, och de följer oss en bit på väg dit. Som när ljuset slocknar i trappan och handen följer – med förtroende – den blinda ledstången som hittar i mörkret. V Vi tränger ihop oss framför pianot och spelar med fyra hän- der i f-moll, två kuskar på samma ekipage, det ser en aning löjligt ut. Händerna tycks flytta klingande vikter fram och tillbaka, som om vi rörde motvikterna i ett försök att rubba den stora vågarmens ohyggliga balans: glädje och lidande väger precis lika. Annie sa ”den där musiken är så heroisk”, och det är sant. Men de som sneglar avundsjukt på handlingens män, de som innerst inne föraktar sig själva för att de inte är mördare de känner inte igen sig här. Och de många som köper och säljer människor och tror att alla kan köpas, de känner inte igen sig här. Inte deras musik. Den långa melodin som är sig själv i alla förvandlingar, ibland glittrande och vek, ibland skrovlig och stark, snigelspår och stålwire. Det envisa gnolandet som följer oss just nu uppför djupen.

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

İsmail Aksoy