Kişisel kültür düzeyi, içsel taleplerin insandan insana değişen dışa vurum şeklini belirler, terbiye eder. Ancak günlük yaşamda normal kabul edilenlerde olduğu gibi, toplumda var olan kültüre göre genel yetişme koşulları ve kişiye düşen olanaklar oluşturur izin verilen uç davranışların da sebeplerini. Farkındayım, üstü kapalı tahlillerle kendimce giriverdim yazıya. Peki, bu cümleleri neden kurmak gerekliliği duydum? Toplumda saygınlığını bir zamanlar ispatladığını düşündüğümüz kişilerdeki egonun kendiliğinden işleyiş şekline, toplum olarak bazı önemli değerlerimizi teslim edersek; bir gün geliyor, bu durumun sonuçlarıyla baş edemiyor ve olanı biteni sorgular buluyoruz kendimizi. Benim için de durum, böyle oldu.
Hayata dair ince elek düşünülmüş sözleri olan, toplumun hep bir adım önünde olduğu için sanatçı kimliğini taşıdığını düşündüğümüz, yaşını başını dolayısıyla hayat deneyimini almış, ancak öte yandan geçmişteki saygınlığının ona ömür boyu yeteceğini düşündüğü için artık tavırlarına dikkat etmemekte sakınca görmeyen bazı edebiyat insanlarını anlamak daha bir zorlaşıyor. Daha bir zorlaşıyor benim için, bir yandan onların ürünlerindeki aşk, kavga, yaşam tanımlarından beslenmişken bugüne dek, insanı anlatan şiirleri dost meclislerinde dilimizdeyken hâlâ, onların fütursuz tavırlarıyla yüzleşmek, bir zamanlar yazdıkları güzel şiirlerin hatırına her mecliste karşılarında el pençe divan durulması gerektiğini sanmalarına tanık olmak.
Benim bunun da ötesinde dikkat çektirtmek istediğim nokta şu ki; bu kişilerin o anki rahatsız edici davranışlarının sanatsal geçmişlerinden dolayı, sanat ortamlarında genellikle görmezden gelindiğini görmek. Ve bu görmezden gelme sonuçlarının onların varlık bulduğu çekirdeğe dahi sıçraması, yani ismini ispatladığı düşünülen kişilerin sanatsal üretimlerine artık eskisi kadar özen göstermemeleri ve buna karşın hâlâ alkışlanmaları gerçeği.
Bu kişiler azıcık düşünseler; için için altında ezilecekleri isimlerini taşımayı hâlâ hak edip etmediklerini düşünmek yerine, aynı ismi koruyucu kalkan gibi mi görürler sözde yaramazlıklarına ve özensiz üretimlerine bile bile? Toplumu oluşturan bizler, azıcık düşünsek; sessiz kalmaya devam ettiğimiz sürece, konumuza giren kişiler, her yaşadıkları gün konuyla ilgili yeni örneklerle zenginleştirirken günlerini, o kişilerin adından daha çok zarar görenin toplumsal güven duygumuz olduğunu göreceğiz. Örnekleri öğrendikçe, işin magazin yanının peşinden koşmayı bırakabilirsek, kavramlar bazında düşünme safhasına geçeceğiz. Bu değerlerin kendi yaşamımızda nasıl vücut bulduğunu sorgulamaya sonrasında da.
Sanat insan olduğu için vardır. İnsana insanı anlattığı için önemlidir. Bir başka deyişle yaşamı anlamlamdırma ve ileri taşıma gerekliliğinin sonucu olarak oluşmuş bir üst yapı kurumudur. Dolayısıyla sanat ve sanatçı istemese de mercek altındadır. Saygınlıksa, elbette ki tek başına sanat camiasına sıkıştırılmış olarak sorgulanacak bir kavram değil. Bu yazı, sadece sanatın işlevinden yola çıkıp yaşama değdiği noktaya bağlanırken geçilen kavşaklara dikkat çekmeyi amaçladı.
Her geçen gün azar azar değerleri değiş-tiril-mekte olan, bizim hayatımız. Güzelliklerinin derinlik kaybetmesine göz yumduğumuz olgular, bizim. Hayatımızı anlamlı kılan değerlere biz sahip çıkmazsak, kim çıkacak? O yüzden, şu soruyu sanat çemberini de içine alacak şekilde kendimize sormak anlamlıdır:
Saygınlık, bir kez kazanılınca bâki kalan bir değer midir?
Aynur UluçKayıt Tarihi : 9.1.2007 16:12:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Aynur Uluç](https://www.antoloji.com/i/siir/2007/01/09/sayginlik-bir-kez-kazanilinca-baki-kalan-bir-deger-midir.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!