3Nasıl doğada da, seks vardır diye, hırsızlık vardır diye; herkesin gözünün önünde ne seks ve ne de hırsızlık yapmıyor, burnumuzu gürültülüce sümkürmüyoruzdur. Aksine bunları, kurallaştırarak olum aşmanın ya da olumsuz aşmalarına dek olacaktan kimi değerlemelerin içine almışızdır.
Bunlar gibi, yine, doğa da öldürme vardır diyerekten; nasılsa et için hayvan kesimi yapıyoruz gibi denişlelerle, insanların, çocukların gözü önünde, kurban kesimine değin ilkel güdüleri sergilememeliyiz. Evet, hayvan kesiminiz için bir zorunlu nedenimiz vardır. Ama bunu herkesin gözü önünde, yapmamanız için de, birçok amaçsal nedenimiz vardır!
Böylesi gün ve durumlarda, baltalı muktedirler, dehşetengiz iticiliğin teşhirindeler. Ama bu iticilik, kişiler odaklı, görsel bilinçaltı öğrenmelerini de oluştururlar. Bu gibi olumsuz edimler, kişilerin kendilerine dek kıyasladıkları, kişilerin kendi bilinç oluşmalarına dek bir referans alanı da yapılırlar. Böylelikle bu olumsuz tutumlar en olumsuzundan, kişiler temel mekanizmalarını da, oluşturur olmaktadırlar.
Bu vahametin ruhsal tahripçi ligi hiç bilinip, zararları görülmeyip, açıkça ortaya konmamaktadır. Bu istenmeyen iticiliklerin tam bir alışkanlık yapar olması ile davranılmasındaki, görece oluşacak rol model teşhirciliğe dek görüntüsündeki kavranışlar, en olumsuzundan çocuklarımıza verilmektedir.
Çevre sağlığı bilinci, çevre sağlığına gösterilen saygı sevgi bilinci (dolaysı ile kendinize ve insanlarınıza gösterilecek saygı sevgi) böylesi bir bilinçsiz yaşanıştan ötürü hak getiredir! Yüzlerce kirlilik, her şey, her yerdedir. Öbek öbek. Gözünüze sokulurcasına. Bu mudur bayramlarda gösterilen saygı sevgi, merhamet? Bu gibi durumlar bir saygı ve sevgiyi çıkarmaktan çok ruhsal geriliğin ve ruhsal infialci ezilmişliğin, intikam izini taşır gibidir sokaklar! Sorumluluk sıfır. Yükümsel bilinç duman olmuştur.
..
Açıkçası otomobili ortaya koyan nesnel ilişki ve bağıntılar; otomobil üretim ilişkisini halka dek ilişki olmaktan çıkarır. Tüketime verilir otomobil ancak insanların öznel kullanması için vardır. Ancak böyle bir zaman içinde elma insanların yemeleri için, araba insanların hizmetleri için var olan bir nimettirler.
İnsanın insana ve insanın kendisine yabancılaşmasına dek anlama ve anlatımları, öznel ve özel hayatın bu tür çarpıtılan anlamalarıyla ortaya çıkar. Baş ve son ilişkisi böylesi çevrim sel ilişkilerde baş olan sonda, son olan başta gibi birbirinin yerini alırlar. Yani sonda olan, başta olan bir amaç gibi çalışır. Sonda olan bir ön determine, bir neden gibi çalışabileceği gibi; başta olan sonda oluşla bir nimet olma konumuna düşer.
İlk otomobil ilk başta bir nimet olarak üretilemez. Kendi pozitif şartlarının, ayrı ayrı bağıntı ve entegrasyonlarıyla ve zaman içinin birçok katkılarıyla ortaya konur. Otomobil seri üretimle bir kez ortaya kondu mu da, artık sondaki nimet olan düşünce başta otomobili bir nimet olarak tasarlayıp üretmeye ve kullanmaya başlar. Yabancılaşma budur. Yabancılaşma ilk başta doğanın işleyişine yabancılaşmadır.
Yabancılaşma toplumsal gücü göremeyerek, toplumsal gücü bir başka güç sanışla ona atfen nimet verdi gibi anlamlar yükleyerek yabancılaşma, yabancılaşmanın bir başka aşaması oluşla karşımıza çıkar. Yani artık erken dönemde beri ilkte olan öznel sanı kanıcı anlamalar nimet, rızk, gönenç gibi özneci anlamalar üretimden sonra olur.
Seri üretim aşamasından sonra gönenci olan rızkı olan anlama ve düşünmeler seri üretimin başına alınarak çevrimsel üretim yapılmaya başlanınca ilk olan üreten güç, üreten nesnel güç unutulur. Artık üretim gönenç oluşla söz gelimi insanlar tarlayı traktörle sürsünler diye üretilir.
..
Çünkü bayrama değin erdemsel olaraktan yapılmak istenenlerin meşru ve legal olacak toplumsal nesnel ve sosyal nesnel ilişkiler oluş adetleri yoktur. Var olanlar da geçmiş sosyal ve toplumsal ilişki biçimlerine dek oluşuyladır ki saçma da olsa reel de olsa pek bir anlam ifade etmemektedir.
Yani inançların otoriter dayanağı, mevcut sistemin içinde yoktur. Ve sisteme değin ilişkin dayanakları olmadığından ötürü de toplumsal ve sosyal sistemle olan uyumsuzlukları nedeniyle, kendisine özgü geri bildirişim iletişmesini yapamamaktadırlar. Bundan dolayı da sistemin kendi referansına değin düzeltme hareketlerini de yapamamaktadır.
İnançların bu gerçek sistem işleyişine değin dinamik feedback (geri beslenim) yasalarına dek kendisini düzeltme yapacak parametrelerinin olmaması nedeni bile(hatta kimi inançlar bu yolu tümden kapamış olmaları nedeniyle) işleyişçe, bu işin çağdışı olduğunun bir temel gerekçesini oluşturmuşlardır.
Siz inançlarınızla, güncel toplumsal ve sosyal değerleri öne alarak saygı sevgi alış verişi içinde değilsiniz. Aksine inanca değin geçmişte kalan güncel olmayan temel dayanaklardan yoksun olan anlamaların, kendi vehimleri ile ve alabildiğine kendine dek kuruntusuyla, taşkın aşmaktadır. Kişiler böylesi sanal edimce olan davranışlara koyuluşların içinde olabilmektedirler!
Eğer bayram edimleriniz yaşama olan saygı sevgi sevinçleşmesi ise, boğazın kan kirliliği de, yaşama duyulan saygı ve sevginin ifadesidir! Bayramlarda, boğazın kızıllığı, korkunç ve vahimce, dehşet verici olmaktadır.
..
-5Yazılar sosyal nezaket sözü olmalı betimlemeler gereği ve bir emek koyuş ürünü olması nedenle, saygı değer bir çalışmaydı. Ancak on binlerce türü gibi olmaktan öte, pek bir analizi ve yararcı olması yoktu. Söz gelimi bu yazarlarımıza göre:
'Bayram demek yeni elbise, yeni bir çift ayakkabı demekti...' Aslında bu sözün açık açık diyemediği şudur; ‘bayramlar bir saygı sevgi oluşturması değil, ihtiyaçlı olan kişilerin durumlarına değin (saldırgan olacak) beklentilerinin, hırs ve tamahlara garezlere dek olası insan duygu ve davranışlarının ön tedbir olaraktan karşılanmasıdır. Karşılanan indirgenen beklentilere değin de, beklentisi karşılanan kişilerin de, alan el olaraktan ezilip büzülmemeleri için de; bu tutumun utanılır (gurur sorunu) olmaması için de, bayramların yüzüne; saygı, sevgi, dostluk makyajları vurulmuş olan bir toplumsal çarpıklığın angajmanıdır.
Demek ki ‘…ayakkabı ve yeni bir elbise demek…’ yoksun için taallukatı için güdülü bir beklentinin yaratılması demektir. He gün için beklentisi olanlara, ihtiyaçları içinde sabırla belli dönemleri beklemeleri tutum edilmiştir. Bunlar şimdilerde de, neden vardır? Denişle üzerine gidilmemiştir. Yani yoksulların yoksunluğu, her gün bayram kutlaması beklentisi içindedirler! Yani böylesi ihtiyaçlı olan çoğunluk, her gün bayram (sağlanışçı olmanın) içindedirler! Bu yüzden yoksul, karıncığı doyduğu gün ancak bayram eder. Yoksunluk, giydiği gün ancak bayram eder. Varsıl karnının, ya da varsıl sırtının bayram ettiğini duydunuz mu? Size gülerler. Yani açıkçası varsılın bayramı olur mu?
Ve buncanın yoksunu kitleler, her bayram da, ihtiyacı olanın umulmasına dek olacak beklenti nedeni ile sosyalin bayram oluşturmasına; 'Bayram gelmiş neyime' denişle, katışık, olamamaktadırlar. Ya da ne bileyim ben, her gün yeni bir elbise ve yeni bir ayakkabıya; bir lokma ekmeğe olan iştiyaktan ötürü olacak ki, bulanlarda, bayramların hiç bir anlamı yoktur. Açın, açlığını; işsizliğini; sömüren ve bu çarpıklığı var kılışların haksızlığı ile onayıp, görmezden gelen toplumun, saygısızlığın, sevgisizliğin; dostluğu ve barışı, olur mu? Gibisinden bir çok çıkarmalar ve sarmallar, kafamda geçti.
Bu türden ezberci, duygu abartılı, etkilenmeli, yinelemeler ve betimlemeler; bizim dünümüzde de, günümüzde de, usluluğumuza egemence bir düşünce kültürüdür. Ben hiç dünün bayramlarına meyil etmedim. Şimdi de bayramların anlamını bildiğimden, neyin ne olacağını ya da neyin ne olmayacağını, kestirmekteyim. Özlemleriniz, dündeki bayramların iyi olduğundan değildir. Dünde yükümlülükleri olmayan sizlere dek, bayramların bayram olmasının nedeni çocuk olmanızdan dolayıdır. Çünkü tüm ihtiyaçlarınızın size göre,’ ekmek elden, su gölden’ karşılanmış olmasından ötürüdür. Dündeki ebeveyinlerce karşılanan ihtiyaçlarınıza değin, algı rahatlıklarınız; bugün için sizin omuzlarınızda, diken olmuş sorumluluktur da, ondan.
..
Bayramların en temel sosyal savı, saygı, sevgi, dostluk, barış ve yardımlaşmadır. Bundan güzel, bundan ulvi bir amaç olabilir mi? Buna razı olmamak olası mı?
Ama hangi saygı sevgi? Dendiğin de, el öpüp, yüz değdiriyoruz ya, yetmez mi? Diyorsanız, diyecek bir şey yoktur. Bayramınız kutlu ola.
Hergün normalde olması gerekenin, toplumsal ve sosyal aidiyetçi bir çekimleşme davranışlarını ortaya koymanızın; yani zorunlu girişmenizin bir mesajlaşması olan bu kabil hareketlerin, bayramı olur mu? Her gün yüzünüzü yıkarsınız, her gün insanlara tebessüm edersiniz.
Yüz yıkamanın, insanlara tebessüm etmenin, bayramı var mı? Demek ki bayramların altında, bunlardan beri olan bir toplumsal sorun vardır. Ama bu sorun; saygı, sevgi ve yardımlaşmacı çekimleşme suretli kamuflaj görünüşle, herkesin ittifakı kabul edeceği bir sosla, gizlenip makyajın bayramı yapılmıştır!
Ama bunu böyle şüphe eder olmak bile, en azında yaptıklarımızın, kendi kendimize muhasebesini yapar olmayı akıl etmek bile, çoğunluğun anlayışı içinde ne gezer. Temel bilinemeyince, bayramlara değin görüntü ve yaşayışlar bambaşka olacaktı.
..
Eğitim bilimlerinin mantığı, günlük yaşayışlarda ve günlük ilişkilenişlerde, yararcı mantık ilişkileri ile kullanılmalıdır. Alınan toplumsal eğitim sosyal yaşamda pratik enformel edilemediği sürece; kişi mantığı, asal olan inanç mantığı düzleminde devinir. Ve kişi kendisini rahat hisseder. Bu asal mantığa göre, farklı mantıklarınız, sizin iletişememe tedirginliğinizdir.
İnançsal mantık aslında yaşamı anlamak ve kişinin kendini bu anlamda konumlamak istemesidir. Bu istem insanın merakını sindiren bastıran, gerçeklenmenin belirmesidir. İnsanın, yaşama saygı duymak isteyişinin bir anlayışıdır. Yaşama saygı duymak, en temel anlayıştır. Ve bu yaşam saygı duyuş, ölümü de içeren sürmenin kesikli ve sürekli olan yapısına soyut bir analizdir. Yani ölüme de saygı duyuştur. Çevren belirimin gücünü duyuştur. Bu analiz, gerçeğin izlenimlerindeki tasavvurlardan aks eder.
Kişi kendi hayal gücünü, inançlar sayesinde olabildiğince geliştirir. Kişi kendi kendinin içte inançsal söyleşmesini yapar. Ve yine kişi, inanç olarak, anlayışları kendisinde başlatır, kendisinde bitirir. Bu insanca olmanın bir tinsel modifikasyonudur. Bu arada kişi yücelim duygularının hazzını ve etkileşmesini, baskı olarak yaşar. Umut etme, adaletli olma, gibi ahlaki erdemlerin sanal dönüşmesini yorumlar. Bunlar çoğu durumlar da yadsınamaz kazanımlardır. Yok oluş fikrinin, ürkütücü olmasından kurtulmak için yeni yaşamın, şu andaki tutumsal yatırımlarını sergilemenin coşkusunu ve anlam sindirmesini içsinirler. Sanı kanı olan inançlar ilkten beri insanın asal mantıklarıdır
İnancın böylesine kavranır olması, bizim her inanç anlamalarımızın doğru olduğu anlamına gelmez. İnanç mefhumunun taşınır ve geliştirilir olması, insanca bir olgunlaşmanın süreçleşmesidir. Ancak bu süreçleşmenin konuları, akıl ve bilimin, nesnelliğin, yansımalarından damıtılan bir sorumluluklardan düzenleşmesi olmalıdır.
Toplumsal ve halksal eğitim konusunu epey detaylı ele aldım. Elbette her yönü ile geliştirmedim. Ne var ki amacım toplumsal olanla, halksal olanın, mantıklarının ve işleyişlerinin, ayrı ayrı olduğunu bilmektir. Bu alanlar devinmesini kendi içlerinde en genel bir iki değinişlerini yaptım. Toplumlar halk ilişkilemesine gidebilmeyi bilirler. Önemli olan, olay ve olguları, bu mantıkla, giriştirir olmaktır.
..
Yine bayramlar talepleşir bilinçli olmanın yerine, miskinliğin sesiz kabulünü ve alçak gönüllülükle boyun bükülmesini, kişiye algılatır. Bu da, düzeni keyifle sürenle, düzeni yönetenlerin; toplumsal sorumluluklarından kaytarmasına çok iyi yarar olmuştur.
Kişiler alır olmanın ezilmesi içinde oluşla, böylece yardım vereni, yani günümüzdeki muhtaçlığın nedeni, sömürüyü sorgulayamamaktır. Günümüzdeki mutluluktan da, mutsuzluktan da, devletin tüzelliğinin; toplumun tüzelliğinin sorumlu olduğu sözleş ilmesini, idrak edememektedirler. Tüzel oluşların gerçeklenmesinin yönetimlerle sağlandığını ayan beyan sorgulamazlar.
Ve tüzelliğin gerçek kılınışını, açıkça yönetime değin denetlenir olmasını kendilerine dek düzenleşilmiş bir hak ve sorumluluk olduğunu bilemezler. Yardım alır olmanın, yardım ummanın, çaresizliğinden kaynaklı, hezimetin boyun bükülmesi ve aşağılanmasına değin alıştırılmış olmalarından ötürü; kişilerin kendiliğinden ve otomatikman oluşlar içinde, organize edildikleri hiç görülmemiştir.
Hep bu türden yardım bekler olmanın, baskı ve umudu içinde, kişiler göreceli acizlikleriyle denetlenir olmuşturlar. Kişiler, karşı tarafa değin davranışın, idrakçi ve hesapçı sorgulaması içine kendilerini koyamadığından, böylelikle kendi kişiliğini ortaya koymanın olası gelişecek cesurca ve bilinçle olacak kararları, verilen bu olumsuz, razı olurcu algılarla kırpılmıştır. Onurca ezilen edimlerin görselliği tüm İnanırların zihinlere hepten kazınmıştır.
Bayramlara değin edinilen zımni tutumlardan biri de, bayramların; geçmiş düzene dek rejimleri düzenler olan kurallarından ötürü, kendi güncel yurttaş aşamamasının nedenlerinden birisini oluşturduğunu, görememesidir.
Sadakalık anlayışın, aç kalıp yalvartılır, işsiz kalıp ağlatılır sızlatılır yurttaş tipi oluşturulmanın güdülen başarılı sırrı buralardadır! Bu durum olayın vahametini de ortaya koydurucudur.
..
İnancı, toplumda üç nedenden ötürü oluşturamayız. 1-Toplumsal yapının işleyişinde ve ilişkilenişin Hiç bir biçiminde, inanç yoktur. Somut ilişkiler vardır. Bu tek başına gerekli ve yeterli nedensel yasadır. Diğerleri bunu bilmemenin tartışmasıdır. Efendim inanç kafamda var ne yapacaksın? Bir şey yapılacak değil ki, kimsede böyle bir görevi telakki edemez. Herkesin kafasında her şey vardır. Kafasında her şey olan bir şey ifade edip dayatmıyor ki. Fiili şekillenmesi sorun. Kafanızda zaten olacak. Kafamızda başkasına saygı duyma da var olacak, saygı duymama da var olacak. Buna ne denebilir ki. Kafamda saygı duymama var diye, kendimi ifade için, bunun ifadesi için, insanlara kafa mı atmalıyım. Durduk yerde ye varacak, boş söz atışmaları olacaktır!
2-Alt yapı ilişkilenmesinde inancın olmaması demek, üretimi, nasıl alt yapının üretim tarzı ve üretim ilişkisi belirliyorsa; bu muktedirliğin yerini yapay olarak inanç almasın demektir. Gerçekte alamaz, ancak sanal bir aldatma ve pranga taşıma olarak hile yapılır. İnançlar ancak üretimin paylaşılmasında devreye konabilir ki bu da kurnazlıktır! İnanç sanki alt yapı düzenlerlik ilişkisinde varmış gibi, hak ve özgürlükle karıştırılıp, inanç talebi tersten ortaya konmaktadır. Böyle olunca da yanlış tartışmalar olacak, başka inançlarla çatışacaktır.
3-İnançlar toplumdaki üretim ilişkilemesinde, sanal bir hoş görü ile kabul edilirse, kendisini toplumsal talepte olmamasına rağmen, toplumsal talebin özüne koyacaktır. Yani bu hal çekirdeksiz canlının, başka canlıya DNA’sını enjekte edişi gibi, kendini ürettirir olacaktır. Bu da teokratik yapılaşma siyasası olacaktır. Zaten bu son iki neden, yapaydır. Birinci nedenden dolayı olmaması, tartışılmaması gereken bir husustur. Tartışılması da, boş laftır. İnsanın, nasıl kişisel tercihleri varsa, inançlarda kişisel tercihtir. İstediği biçimde istediği inanca hoşlukla katılır, ibadetini yerine getirir. İnanç bireyin öznelliği olan bir haldir, soyut muktedirliktir.
Bir kere, inançların daha somut, sistemli olmaları; Yahudilik, İslam, Hıristiyanlık, Şintoizm, Hinduizm, Taoizm vs. gibi dinler evrensellik değildir. Bir inancın evrensellik iddiası, onun evrensel olurluğu hiç değildir. Toplumsal talepler evrenseldir. Tüm toplumlar aynı inançta değildir. Esasen olamaz da. Ama tüm insanların üretim ilişkileri ve üretim için organize olmaları toplum taleplidirler. Özelliklede en gelişkin yapılanmayı, örnek alır ve kendilerine göre özel tutumlarla içinde olurlar.
İnsanlar nasıl gelenek göreneklerini, kişi-kişi; kişi-grup; kişi-cemaat ilişkisinde yaşarlarsa: toplumsal talepte bunu; birey araç; birey örgüt; birey kurum; birey sistem olarak yaşar. Ne toplum halkın yaşamını tercih etmeli, ne de halk topluma yaşantısını monte etmelidir. İ Nasıl inançlar, hak özgürlük diyerekten, kendisini toplumda istemezlerse; her yönü ile kendiside bir inançlar manzumesi olan dinler de, böyle bir talepte bulunamaz. Dinlerde eski gelenekleri içerirler. Bu nedenle de, dinlerin toplumda işleyiş talebi olamaz. Siyaset nesnel alt yapıya göre, insanların soyutlamalarının pratiğe uyguladığı, çok çeşitli olabilen kılgısal pratikliğidir. İnsanın kişi öznelliği değil, toplumum öznelliğidir. Doğruluğu deneysel yaşanır olup, uygulanıp uygulanamayacağı sınamalıdır. Dinleri sınayamazsınız bile.
..