“Hamid hoca, ‘Büyük adam olmak için ölmek lâzım’ derdi. Ancak öldüğü zaman da büyük adam yerine konulmadı.
Bu sözler dünyaca ünlü hattatımız Hamid Aytaç Hoca’nın talebesi olmuş ve kabri başındaki mezar taşını da yazmış olan Hasan Çelebi’ye ait. Alicenaplığı, kadirbilirliği ile ün yapmış olan biz Türk Milleti geçmişten günümüze birçok özelliklerimizle birlikte “kıymet bilme” özelliğimizi de kaybetmiş olmalıyız ki, dirimiz de ölümüz de saygıdan yoksun kalmakta.
Bu tür haberlerin ve olayların ardı arkası kesilmeden devam ediyor olması duyarlı kişileri daha fazla üzmektedir.
Yakın zamanımızda yitirdiğimiz şiirin üstadlarından merhum Necip Fazıl’ın hatıralarıyla dolu olan Göztepe’deki mekanı, şiirlerine ilham bulduğu köşk basiretsizce yıktırılmış, ahşap yapı ile birlikte üstadın anıları da yok edilmiştir. Bazı basınımızın hassasiyet göstererek konuyu işlemesi yüreğimize biraz su serpiyor olsa da gerekli olan böyle bir hatanın yapılmamış olması idi.
İçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
dizeleriyle İstanbul'a olan aşkını dillendiren İstanbul aşığı üstadın, İstanbul’da hatırasını canlı tutacak bir mekanının bulunması hem kendisinin hakkı, hem de ülkemizin şanıdır.
Hep bu ayak sesleri, hep bu ayak sesleri
Dolaşıyor dışarıda, gün batımından beri,
Bu sesler dokunuyor en ağrıyan yerime
bir eski çıban gibi işliyor içerime
Daha sağlığında iken duyduğu ayak sesleri acaba evinin etrafında dolaşan ayak sesleri mi idi? Acaba ilk kazmayı vurmak için mi dolaşıyorlardı? Bu sesler sağlığında iken kendisine verilen bir ilham mı idi?
Camilerimizin konser alanı, medreselerimizin çay bahçeleri, külliyelerimizin çalgı çengi mekanı olarak kullanılması dirimize saygımız olmadığı malum olsa da ölülerimize saygı duyan bir millet olduğumuz kanaatinin de yanlışlığını göstermektedir.
Bunun bir başka örneği da merhum Hamid Aytaç Hoca’nın hatırasına verilen (!) değerdir. Bizler O’nu ancak eserleri ve ismi ile tanıma imkanı bulabildik. Fakat yakınında bulunan ve ondan ders almış kimseler, Büyük Hattat’ın sağlığında da değer görmediğini, ama kendi ifadesi ile öldükten sonra değerlenebilme ümidi olduğunu belirtirken, bizler bu ümidin de malesef ziyan olduğunu idrak etmekteyiz.
Yabancılar, bizim ülkemizdeki tarihi değerleri şu veya bu şekilde ülkelerine kaçırmanın çabasına girerek bunu başarırken, biz malesef kendi elimizdeki değerlerin muhafazasından aciz kalmaktayız. Şuna inanıyorum ki; merhum Necip Fazıl ve merhum Hattat Hamid’in kullandıkları materyaller bir yana, eğer imkan bulabilselerdi onların yaşadıkları ve dünyaca ünlü eserlerini ürettikleri mekanlarını da öylece ülkelerine taşırlardı. Biz ise bırakın böyle bir gayret içinde olmayı, gözümüzün içine baka baka çürüyüp, yokolup giderken seyirci kalmakla yetiniyoruz, olmadı bir de yıkıp yok ediyoruz.
Evet belki Necip Fazıl’ın köşkü yıkılırken Hattat Hamid’in değer biçilemez eserlerini verdiği küçücük mekanı henüz yıkılmamış olabilir. Fakat birileri tarafından yıkılarak Göztepedeki köşk ile aynı akıbete düçar olmasa bile, yaşadığı zamanda kendisine layık olacak bir mekan tahsis edilmemiş olduğu gibi, vefatından sonra da restore edilerek bir müze veya sanat merkezi şeklinde tanzim edilmek yerine kendiliğinden yıkılmaya terkedilmiş olması onun öldükten sonra da değerinin bilinmediğinin göstergesi değil midir?
Bu konuya vakıf olanların gerekli uyarıları ve başvuruları yapması neticesinde yetkili kurumların üzerine düşeni yapacaklarına inancım vardır. Hem duyarlı bir belediye başkanı olarak, hem de bir mimar olarak sayın Kadir Topbaş Bey’in bu durumla yakından ilgileneceğini ve Hattat Hamid Aytaç Hoca’ya hakettiği, hatta gecikmiş olan iade-i değerini vereceğini umuyor ve bekliyorum.
Kayıt Tarihi : 24.8.2006 19:41:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!