Savaşın telafisi mümkün olmayan yıkımlara neden olduğu vahşetten daha ahlaksız bir tavır varsa o da insanları sürekli baskı altında tutan savaş tedirginliğini yaratan alçak zihniyettir. Zehrini saklayan bitkiler gibi dokunduğu bütün varlıkların hücrelerine nüfuz eder. İnsan öylesine anlamsız bir dönüşüm yaşar ki, zaman içinde bedenini, hislerini kemiren savaşın kendisini sinsice tüketmesini seyre dalar.
Dünyanın kısa ve basit tarihi, insanlığın farklı sebeplerle barıştan ziyade savaşın yanında durduğunu söyler bize. Asırlardır, tarihçiler, filozoflar, yazarlar, ozanlar insanı her manada yoksullaştıran bu “canavar” üzerine konuştu, anlattı, yazdı, ağıtlar yaktı. Hemen herkesin yaşadığı çağda tanık olduğu, olmasa bile sezgileriyle içselleştirdiği savaşın bir de görünmeyen veçhesi var. Beni endişelendiren, acıtan daha ziyade o puslu yüzü aslında.
Bazı yazarlar savaşı, tanık olduklarını birebir anlatır, bazıları da edebiyatın diline tercüme etmek için hadiseleri biraz renklendirir. Juilen Gracq, bu anlamda rahatlıkla tasnif edilemeyecek bir yazardır. Uzun ve ayrıntılı tasvirleri, sonu görünmeyen berrak dereler misali akan şıkırtılı cümleleri, benzersiz bir okuma hazzı vadeden şiirsel diliyle olup biteni değil, savaşın insanı usulca çürüten yanını gösterir okura. Epey zahmetlidir onu okumak, romanlarının zamanın oburluğuna yenilen tatminsiz bir çılgınlıkla tüketilmesine izin vermez çünkü. Kısacık bir ânın içinde genişleyen yüreğin ürkek atışlarını, fırtınayı bekleyen bir hayvanın yüz ifadesini, savaşın kıyısındaki bir askerin hayatın önünde diz çöküşünü anlatmak için seçtiği sözcüklerin uyumunu hisseden okur, o iklimden kolayına uzaklaşamaz. Savaşı estetize etmez Gracq. O, geçtiğimiz yüzyılda hiçbir yazarın cesaret edemediği mesafeli bir özenle edebiyatını ölümsüz kıldı. Üstelik samimi huysuzluğundan, has edebiyatı zenginleştiren ölçülerden, dilden hiç ödün vermeden gerçekleştirdi bu “sessiz devrimi”.
Sirte Kıyısı’nın yazarı Gracq, başta Goncourt olmak üzere önemli edebiyat ödüllerin reddetti. İmza günlerine, biyografisinin yazılmasına, televizyon programlarına çıkmaya 97 yaşında ölene dek itiraz etti. Onun, dili kurguya feda eden çağdaşlarını gördükçe büsbütün karamsarlığa kapılmasını anlıyorum ve buna rağmen münzevi duruşunun ardına sakladığı yazar kibriyle, edebiyatının gücüyle hissettirdiği umudu önemsiyorum.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta