SATILIK HAYATLAR
Küçük bir çocuk görüyorum her gece rüyam da yorgan altına gizlenmiş korkulu gözlerle etrafına bakan korkmuş bir çocuk antreden sızan ışığa doğru sallanarak yürüyen elinde bir Pazar torbası, içinde çocuklarına aldığı çikolata üstü başı çamur bir adam belki de hayatında yolunu kaybetmiş ailesinin ona çizdiği yolda yenilmiş kendisinin çizdiği yolda da çocuklarının hayallerini yıkan bir baba.
Hayat ne kadar garip değimli aslında kader kendi kendine yazılmıyor. Kaderi yazan anne ve babalar herkes ailesinin yazdığı yolda yürümeye çalışıyor sadece. Bir düşünsenize sizin hayatlarınız nasıl? Hangi durumdasınız? Ve sizi bu duruma kim getir di? İçin için kimlere öfkelisiniz yaşamınızda? Ben söyleyeyim mi? En yakınınızdakilere sizin hayatlarınızı farklı yönlere çekenlere. Belki sizin istediğiniz hayatlar üzerinden anlaşma yapanlara. Hiç düşünmeden pazarlanan hayatlarda acı çekenler her seferinde bir kat fazlasını çocuklarına yaşatıyor. Mutsuzluk katlayarak mutsuzluğu doğuruyor. Size bir hayat sunuyorum. Satıştaki et pazarından arta kalan yalnızlık ve mutsuzluklarla dolu bir hayat.
Uzun boylu çekik gözlü, kırmızı yanaklı fakat fazla gülmeyen bir adamdı Kemal ama çocuklarını çok severdi. Onları mutlu etmek için her sabah yumurtaları rengarenk boyar yavrularım diyerek başlarını okşardı. Bazı akşamlar iki kadeh içip anlatmaya başlardı. En başından, babasından bir ağa bir bey ‘’her sabah erkenden kalkar ve çizmelerini parlattırırdı. O çizmelerde kendini görürdün ’’ derdi. Kemal ’ın dedesi Kafkasya’dan gelme kazak türkü savaş zamanında her şeyini satmış kolunun altında bir küçük sandıktaki mal varlığıyla. Buralara kadar çocukları için yeni bir hayat kurmaya gelmiş. Belki o çocuklarının kaderini güzel yazdı. Çocukları onun ölümünün ardından birer bey oldu fakat oğlu yani Kemal ’ın babası nasıl yazdı? O yaşamdan istediklerini aldı. Büyük bir zenginlik iki tane güzel kadın ve bir çok çocuk. Şimdi o yazıyor çocuklarının kaderini hayatını yada mutsuzluklarını. Hiç birine gönüllerinden geçeni sormadan ‘’içinin titrediği arzuladığın yarin kim’’demeden. Kötü bir kararla da hem oğlunun hem çocuklarının hayatını tek kalemde yazmış oluyor.Yani Kemal ve ona bağlı diğer mutsuz hayatlar.
Kemal gençliğinde yaşamayı çok severmiş arada evden kaçıp şehir şehir gezermiş gerçi her defasında babası onu kulağından tutup getirirmiş. Zamanla deliliği gitmiş ve iş adamı olmuş. Tabiî ki babasının yardımları ile zengin olarak doğup zengin olarak bir yaşam sürerek. Hayatta her şeyin bedeli olduğu gibi bunlarında bedelini ödemeye hazırlanarak. Bir akşam içki sofrasında iki arkadaşın yaptığı anlaşmayla onun ve birçok insanın hayatının pazarlığı yapılırken belki de o neler hayal ediyordu. Belki uzaktan sevdiği belki arzuladığı vardı. Ama önemlimi? Hayır onun kaderini yazıyorlardı zaten. Ferman yazılıyor hayatı pazara çıkıyor. Arkadaşının kızıyla evlenecek, hayat kuracak.
Peki sordular mı acaba Kemale sen sevecek misin? Bu kadına bakınca için titreyecek mi? Gözlerin gözlerinde kaybolacak mı? Tenin yanacak mı tenine dokunduğunda? Kalbin çarpacak mı her yüzüne baktığında? Hayır. Kaderi çizilmiş ve arkadaşıyla anlaşılıp hazırlıklar başlamış. Ama birde kız var bilmediği biriyle evlenmek zorunda bırakılan ve aslında yüreğinde çok büyük bir sevgi yaşamış. Kalbi başkası için atmış teni başkası için yanmış ve aldatılmanın acısıyla delirmiş içi boş bir kadın. Evet Kemal ’ın ilk eşi kara sevda yüzünden delirmiş bir kadın. Çok kolaymış yaşamak gibi adına da kara sevdadan hasta deli demişler. Bana anlatılanı anlatayım size; bir öğretmeni çok sevmiş öğretmende bu bey kızını. Birbirlerinin kalp atışlarıyla, belki birbirlerini arzulayarak belki kaçamak birbirinin ellerini hissederek dudaklarındaki ateşi yakarak, birbirlerinin kalp atışlarında sesizce yaşayarak. Söz vermiş öğretmen tayini çıkıp giderken ‘’geleceğim sevdiğim, sana döneceğim bekle beni ‘’diye. Evet geri dönmüş de yalnız ‘’sevdiğim ben geldim ‘’diye değil ‘’bir hata yaptım erkeklik nefsime yenildim sadece bedenimin ateşiyle aldattım ve evlendim.’’diyerek ve devam etmiş. ‘’Bekleme artık beni sevdiğim bekleme! ’’ Kadın bakmış bakmış ağlayacağı yere gülmeye başlamış hep gülmüş hiç durmadan gözlerinden yaş değil dudaklarından dökülen acı kahkahalarla bir müddet daha devam etmiş duvarları yırtan o acı kahkahalar ardından gelen suskunluk. Ya da öyle sanmışlar diyelim. Arkadaş anlaşmasının içinde kaderleri yazılana dek.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...