Şık ve kasvet dolu otel koridoru.
Cila, kadife, sırma, kristal avizeler.
Bu şatafat ne senin ne benim
Ne ayak seslerimin.
Dinecek yürüyüşün sesi.
Dağılıp gidecek parfüm kokusu.
Peşinde kalışı, koridordan geçecek
Bir hizmetçi kızın burun hassaslığı kadar...
Senin şıklığın, benim şıklığım
Bize ait olmadıktan sonra bir kılıf değil midir?
Bir kadın geçti bu koridordan.
Yüzü kusursuz, gözleri hüzün bahçesi.
Gözyaşları fani pırlanta...
Ne yapsın bu şatafatı?
Güzelliği zindan oldu kaderine.
Asaleti ürküttü, bakışı gönül yaktı.
Gururu kimseyi yaklaştırmadı.
Dönüp bakmadı ardına...
Baksaydı ne görecekti sanki.
Yanlış bir zamanda karşısına çıkan
O adamın, kendi odasına doğru
Yol alışını mı? ...Bakmasına gerek yoktu.
Gidenin ayağındaki ayakkabıların, yürürken
Çıkardığı belli belirsiz deri gıcırtısını dinledi.
Uzaklaşmakta olan bu ses, bir
Yalnızlık fermanıydı sanki.
Odasını açtı...
Kapının ardında kendisini karşılayan
Zifiri karanlık, bu fermanın Tuğrasıydı...
Kayıt Tarihi : 25.9.2010 00:55:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiirin hikayesi fani dünyadır.

Evet, görüldüğü gibi kelimeler aynı kelimeler. Hemen hemen herkesin günlük hayatında kullanıma sürdüğü, tedavülde olan lügat işçileri. Ne var ki aşk ile yoğrulmuş bir ele geçince ortaya aşk kokan ıtır olarak yayılıyor.
Tebrikler Efendim...
Müthiş bir öyküsellik..
Şiirin diliyle etkili bir anlatı.
İlgiyle okudum.
Özeni / emeği kutluyorum.
Erdemle.
TÜM YORUMLAR (3)