Sarya, dedi kadın
‘Kadınlar ve çocuklar, tanrıların sövüp saydığı gecenin ‘günahıydı’ sanki…’
Gökyüzünü terk etmeyen yıldızları düşündü birden;
Böylesi geceler de hiç de güzel görünmüyordu ayın mahşerdeki yüzü.
Bütün yıldızlar günahkâr bir kalabalık topluyordu etrafına.
Sarya, dedi kadın
Yaşadıklarını hatırlatan geceye ‘acı acı’ bakıp,
Göğsünü terleten adama bıraktı günahsızlığını
Göğsünü terleten geceye inat, inleyip durdu umudu kadın.
Ekmeğe ve suya iner gibi indi geceye...
Ter içinde bıraktı geceyi kadın.
Kan ve ter içinde kalan çocukları, ‘kız çocuklarını’ hatırladı…
Tırnakları kırılana kadar bastırdı yarasına, bitmedi dehşeti…
Hem ne demişti bilge olan kadın:
‘Sırtlarında cesetler taşıyanlar
Leş kokusunu alamayan diğer ölülerdir…’diye
Sırtını kamçılayan övgülerin hiçbir kıymeti yoktu artık
Asırlık bir kamburun, çok daha eski bir huzursuzluğu vardı yüzünde
Sarya, dedi kadın
Ter içindeydi hala saçları.
Gözleri ise manşetleri süsler gibiydi…
Süslenip giydi ölümleri
Gözleri;
Kör kelebekler doğuruyordu üç günlük bir dünyaya.
Ölüp duruyorlardı...
Sarya, dedi kadın
Doğacak olan kızı geldi aklına
Vazgeçti ölümlerden
Sarya, dedi daha yüksek bir sesle…
Gözlerini bağlayıp, göğüslerini dağladıkları kadını
‘Dinlemişti’ kitaplardan.
Binlerce Gezegeni düşündü birden
(dünyanın sonuydu sanki ‘bunu’ düşününce)
Dünyanın sonu dediği yerdeydi belki de umut.
Sarya, dedi kadın
Elleri arkadan bağlı o kadının,
Çingene’ye söylediği sözler geldi aklına.
’Göğüslerim; bir çocuğun yaşam kaynağı…’
Göğüslerim, dedi…
Ve gözlerini bağladıkları korkuları itti gözlerinden…
Sessizliği bozan, küçük güvercinler bıraktı inleyen kuzgunların yuvalarına.
Güvercinler; inleyen kuzgunlara dönüştü her seferinde.
Kuzgunlar ve güvercinler; inleyip durdular bir süre.
Uçurumlar ve rüzgârlar; kanatları kırık kuşları beklerken hüznün doğduğu her yerde,
Beklemedi. Çekip aldı kuşları yılanların bıraktığı zehirli yuvalardan.
Sarya, dedi
Kayalıklar; gözlerinin içinden kopuyor, bağırıp duruyordu yazgısına.
Yılanları; yarasından sardığı gibi uçurumdan aşağıya bırakıyordu
Yılanlı bir kuş oluyordu her kâbusu.
Sarya, dedi kadın…
Yarasalar düşünce geceye, gece yarasalar içindi, inledi
Bastırdı ter kokusunu.
Sarya, dedi kadın
En toylarıyla birlikte…
Erkeğin ‘en eğri’ kaburgasından bahsediyorlardı zebaniler
Bir günahkâr çıkıp geldi şarabıyla
Kollarında ‘incinen kaburgası,
’ tövbekâr’ olmaya davet etti zebanileri.
Sarya, dedi kadın
Gözyaşları;
Peygamberleri ölen kavimlerin göçlerine kadar uzandı
Bir kervanda buldu kendini. Ucu olmayan bir kervanda…
Ölmek üzere olan yaşlı bir devenin gölgesine bıraktı ayak izlerini.
Atları ve develeri geçip giden kör bir ihtiyar,
Başka bir kervana katıldı bilgeliğin öngörüsüyle.
Durup seyretti acılarını.
Ağır, çok ağır geldi saçları omuzlarına.
Yığılıp kaldı gölgesinin üstüne.
Binlerce gece vardı heybesinde kadının.
Binlerce çocuk… Ezbere ayetler okuyorlardı dilenirken.
Bir gece, bir masal kahramanı daha ölüyordu yatağında,
Hayretler içinde kalıyordu herkes…
sarya, dedi kadın
Savaşın bittiği o gün; ölüleri ve delileri öpeceğim dedi, acılarından.
O gün; tekkelere geri dönen evliyaları taşlarken ozanlar,
Islıklar, ıslıkları karşılayacak tenha bir yerde…
Sarya, dedi kadın
Bir peygamber gelip öldü yanına.
Şarabın
Ser hoşluğu içinde uyandı güzel bir kız.
Saçlarını sürükleyip durdu ırmaklar. Saçlarından
Irmaklar akıp durdu…
Bir ırmaktan bir ırmağa karışan acı,
Suya inen bir kaçağın gözlerinde buldu yerini…
Sarya, dedi kadın
Bir ırmağın kıyısında; korkuyla bekleşen dağkeçilerini öptü çok yaklaşmadan…
İlahi bir iç çekişle, titreyip durdu yaşlı bir adam.
Dans eden çilingirleri buyur etti otağına. Sofralar,
Kurtların ve kuşların hayrına kuruldu
Çocuklar, kadınlar ve elden ayaktan düşmüş ihtiyarlar geçti düşlerinden.
Hızlı bir tren gibi geçip gittiler gecenin içinden.
Düşler ve geceler, kara bir vagonu sürekler gibi sürükledi birbirini
Sarya, dedi
Dudaklarını kanatan dualar sıralarken geceye… Ve şiirler
Dudaklarına merhem olacak sözcükleri fısıldadı yeniden...
Sarya dedi, kadın
Şairler düştü aklına.
Şiirler yazabilmek için, ne kadar da çok acı vardı…
Böyle bir şey miydi yetimlik?
Sarya, dedi yeniden
Göç zamanı,
Kuşların arayıp da bulamadığı kayıp bir iklim gibiydi yurtsuz kalmak,
Yurtsuz kaldığını hatırladı birden
Sonbahar oldu yeniden…
Kederden ve tütündendi
Tütün ve keder birbirine karıştığını bilmeden
İşte o vakit, Annesini yitirmiş bir çocuğa benzedi aşk!
O vakit, başka bir şehir oldu bu şehir.
Helalleşip gitmek de vardı ama
Sarya dedi, kadın
Bir de cellâdın ter kokan varlığı…
Bitmiyordu, çoğalıyordu kâbuslar.
Ölü ve sakat çocukları doğuruyordu kısır olan kadınlar.
Lanetlenmiş olduğunu sanan bir sağır, hiç susmuyordu.
Lal bir kadının
İşaretiyle, yan yana geliyordu tüm cümleler
Sarya, dedi
Şarkılar; eski bir hüznü anlatıyordu kuşlara. Yazık!
Can çekişerek ölüyordu kuşlar.
Kuşların olmadığı bir göç de kaybolup gidiyorlardı dervişler.
Kan ter içinde bırakıyordu geceyi kadın
Sarya, dedi kadın
Doğduğu gibi doğuyordu yine güneş.
Dağların ve bulutların ötesinde bir yerden geliyordu kutsallığı.
Bütün dualar; dağların ve bulutların aşkına, göğe yükseliyordu.
Şafağın söküşü ile…
Can çekişen bir tayın gözyaşlarını siliyordu güneş.
Evet!
Sarya, dedi kadın
Doğacak olan kızının adını bulmuşken…
Özgürlük, dedi
Celladın ter kokan varlığını umursamadan
Kayıt Tarihi : 22.2.2017 23:48:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!