Bugün Ankara’daydım bir nikâh için. Dönüşte arabanın radyosundan bol bol şarkı dinledim, eve gelinceye kadar. Radyo istasyonundan bol ne var! Birini kapattım, diğerini açtım; onu da kapattım, başka bir istasyona geçtim. Hiçbir radyo istasyonunu uzun süre dinleme sabrını gösteremedim ne yazık. Kulağımı tırmalayan melodiler, fındık kabuğunu doldurmayan sözler, - afedersiniz - şarkılar......... Oysa dinlemek istediğim şarkılar vardı; ama o şarkılara bir türlü rastlayamadım. Dinlediklerimin şarkı olduğuna bir türlü inanamadım ama, program sunucusu “ şarkı ” diye anons ediyordu. Ben duyduklarımın yalancısıyım.
Program sunucusu, canlı telefon bağlantısında.......Bir vatandaşımız çıkıyor telefona; “ İşte bana şu şarkıyı çalar mısınız? ” diyor. Ve başlıyor şarkı. Şarkıyı ilk kez duyuyorum. Şarkı piyasaya çıkmış, meşhur olmuş, istek alıyor; benimse şarkıdan haberim yok. Yani cahillik bu kadar olur!
Sonra başka bir vatandaşımız çıkıyor telefona, o da bir şarkı istiyor. İstenilen şarkının adını yine ilk kez duyuyorum. Başlıyor şarkı; deli saçması gibi bir şey. Hani “ Bahçelerde maydanoz, gel bize bazı bazı,” derler ya; aynen öyle sözleri. O bitiyor, başka şarkı başlıyor; bu, öncekilerden de beter. ” Allah Allah! Nasıl şarkı bu! ” diye söyleniyorum içimden. Böylesine uyduruk bir şarkı nasıl istek alıyor!
Sonra başka istasyona geçiyorum. Bu istasyonun da diğerlerinden pek bir farkı yok. Anlamsız sözleri içeren şarkılar çalınıyor radyoda.......Kulağıma hiç hoş gelmeyen ses kalabalığı. Müzik değil de gürültü gibi......Derken düşünüyorum düşünüyorum, kendimi suçluyorum. ” Bu kadar insan, geçiyor telefonun başına, çok sevdiği şarkıların çalınmasını istiyor. Sen, bunların hiç birini beğenmiyorsun. Hadi bu insanların birkaçı yanılıyor diyelim, ya ötekiler? Arayanların hepsi mi, senin saçma, kıytırık bulduğun şarkıları beğeniyor? Demek ki şarkılar çok güzel de, sen bu şarkıların güzelliğini idrak edemiyorsun.” diye söyleniyorum kendime.
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla