Sarı Sevincim Şiiri - Mustafa Sami

Mustafa Sami
82

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Sarı Sevincim

Bir internet hikayesi

“Sarı sevincim,

Merhaba. İnternet arkadaşlığı hayatımızın rutin akışında değişik bir bakış açısı kazandırıyor. Dünya’da boyut o kadar küçüldü ki, ilişkiler ışık hızıyla yol almakta ve herhangi bir sınır da tanımamaktadır. İlişkilerin karmaşıklaştığı bu dünyada sevmenin ve sevilmenin veya kalıcı dostluklar kazanmanın zorluğunu takdir edersin. İnsanların gerçekte yaşadıkları ile düşündükleri bazen farklı eksenlerde yol alır ve kesişmezler. Belki internet dünyasındaki ilişkilerde bu eksenlerin yol aldığı izdüşümlerin sayısı oldukça fazlalaşmıştır. Belki de insanlar duygularını ifade etmekte güçlü bir teknolojik imkana kavuştukları için daha önce ifade imkanı bulamadıkları, kendilerine bile yasakladıkları duygu ve düşüncelerini burada daha kolay ifade edebilmektedirler.

Karam ve seninle tanışmam, hayatıma başlı başına duygusal bir dönüşüm ve ivme kazandırdı. İçimdeki durağanlığı harekete geçirdi, hayatımın monotonluğuna son verip renklendirdi ve zihnimin egzersiz yapmasına neden oldu. Evet, bu manada büyük bir değişim yaşıyorum. Yüzünüzü hiç görmediğim halde bunları hissediyorum. Belki de hislerimi harekete geçirdiğiniz için böyle düşünüyorum. Yine de her ne olursa olsun benim için ‘çok özel’ iki dostsunuz. Şayet dostluk üzerine bir sözleşme tasavvur etseydim herhalde şöyle olurdu: “Aşağıda imzaları bulunan bizler, hayata karşı ‘dostluk sözleşmesi’ imzaladık. Bu sözleşmenin süresi sınırsız olup, sözleşmeye kaydı hayat şartı koymadığımız için sadece hayatta olmak veya ayrılmak bu sözleşmenin ruhuna aykırı olacaktı. Sözleşmenin taraflarından birisinin ayrılması durumunda bir anlam ifade etmeyecekti. İşte, bu problem nedeniyle sözleşmede hayatta olmak gibi bir madde düşünülmedi. Akıldan bile geçirilmedi. Sözleşmede dostluğun gelişimi ‘zaman’a bırakıldı. Zaman her şeyin ilacıdır denildi. Dostluğun pekiştirilmesi için ‘teşvik’ başlığı altında ‘hatır sorma, gönül alma, icq, e-mail, telefon gibi iletişim imkanlarını kullanma, imkanlar ölçüsünde birbirini ziyaret’ gibi teknik ve sosyal aktivitelerin sıkça kullanılması öngörüldü. Sözleşmenin taraflarınca öneri getirilirse bu önerilerin de oybirliğiyle kabul edilmesi hükme bağlandı. Sözleşmenin yürürlüğe girmesi ile geçerli olacağı süre belirtilmedi. Belirtilmesi anlamlı bulunmadı. Taraflar ne zaman tanışmıştı, nasıl tanışmıştı bunların önemli olmadığı, sonuçta tanışmış olmalarının yeterli olduğu kabul edildi. Sözleşmede dostluğun çerçevesinin ‘sevgi, iyi niyet, dürüstlük, hoşgörü, vefa, sevinçli ve üzüntülü günlerin/durumların paylaşılması’ gibi erdemli davranışlardan teşekkül ettiği vurgulandı. Yukarıda ifade edilen hükümlerin üyelerin yüreğine nakşedilmesi ve gönül bağı ile bağlı kalınacak olması gibi nedenlerle sözleşmenin yazılı olmaması kararlaştırıldı. Sözleşme, taraf olanların hür irade beyanları, e-mailleri, icq, telefon ve yüz yüze iletişimlerinden anlaşılmakla süresiz olarak yürürlüğe girmiş oldu. İş bu sözleşmenin; herhangi bir basın-yayın organında, gazete veya resmi gazete’de veyahutta tv gibi iletişim araçlarıyla ilanına, üçüncü şahıslara duyurulmasına gerek görülmedi, ihtiyaç hissedilmedi. Gönül bağıyla bağlı olmak yeterli bulundu…”

Senin için özel bir günün olduğunu, gecikmeli olarak öğrenmiş bulunmaktan da üzüntü duyduğumu ifade etmek istiyorum. Seni ilk tanıdığımda özürlü olduğunu bilmiyordum. Sonra gelişen dostluğumuz içerisinde bu özel durumunun benim için önemli olmadığını, kendimden farklı bir şekilde görmediğimi, hissetmediğimi bilmeni istiyorum. Ben ne kadar sağlıklı isem seni de öyle düşünmek istiyorum. Bu hissiyatım belki kabahatimizi biraz olsun hafifletebilir.

Sarı Sevincim, bir iltifat olarak değil, gerçekten yazıların benim için çok değerli ve yazı yazma üslubun, anlatım tarzın, hayata umutla bakışını yürekten anlatan şiirsel ifadelerin karşısında sana yazmamak mümkün müdür diye hep aklımdan geçirmişimdir. Önce ne yazacağımı bile bilmez iken yazını tekrar tekrar okudukça bana ilham verdiğini, beni yazmaya teşvik ettiğini anladım. Sadece bu nedenle bile sana ne kadar teşekkür etsem azdır diye düşünüyorum. En son okuduğum bir kitabın içerisinde özürlülerle ilgili olarak kendilerince bir tespit yapmışlar. Eserde, bazı kitap yazarları kendi aralarındaki bir sohbette diyorlar ki; ‘Sakat olan insanlar başka insanlara hınç ve kin duyarlarmış, vücutlarındaki eksiklikten olacak kendileriyle hiçbir zaman barışık bile değillermiş’ vs.vs. Ben kesinlikle böyle bir şeyin olabileceğine inanmıyorum. Belki hırslı olurlar, hassas olurlar ama kindar olduklarını kabul etmiyorum. Elbette bu görüş, o eserdeki sohbette bulunan kişilere aittir. Ama şimdiye kadar yakından tanıdığım özürlü kişilerde böyle bir duruma şahit olmadım. Bir de sağlam olanların özürlülere bakışını irdeleyecek olursak, galiba sağlam kategorisine girenler cephesinin insanlığından utanması gerekebilir. Belki de utancımızdan, ayıbımızdan olacak, belki de üzerimize ek bir yükmüş gibi düşünüp çeşitli olumsuzluklar üretip duruyoruz. Üstelik bir gün kendimizin de özürlü duruma düşebileceği gerçeğini göz ardı ederek yapıyoruz bunu. Neyse dostum, biz birbirimizi biliyoruz ya önemli olan da bu. Dileğim tüm toplumun da aynı duyarlılığı göstermesidir.

Hatırlıyorsan bu yaz memleketine gideceğinden bahsetmiştin ve ben de sana; “İnsan uzun süre memleketinden doğup büyüdüğü yerden ayrı kalınca birçok şeyin değiştiğini görüyor. Aslında özlem duyduğumuz şey, belki de o yaşadığımız andır ve hep bu durumun değişmemesini, hafızamızda canlı kalmasını istediğimizden olacak, sonradan gittiğimizde onu/eski durumunu göremeyince önce bir rahatsızlık duyarız, sonra da bir daha o duruma dönemeyeceğimizi anlar üzülürüz. Eski dostlarımızı aynı durumda bulamadığımız gibi eskiden bıraktığımız eşyaları, çevreyi vs. de değişmiş buluruz. Kimi zaman eskinin özlemi çöker üzerimize; anımsarız o yaşanmış olayları, dostlukları, arkadaşlıkları. Kimi zaman da yeni şeylere kaptırırız, tamamen unuturuz geçmişi…” Dönüşte ayrıntılarıyla tatil izlenimlerini bekliyorum demiştim.

Bana sıkça yazar mısın diyorsun? Yüreklerimiz aynı doğrultuda ve birbirine paralel biçimde çarptıktan sonra sık veya seyrek yazmışsın bunun bir önemi yok. Bazen duygu yüklü olur sık yazarım bazen de seyrek. Gerçi sen istedikten sonra güzel şeyler bulmak zor olmuyor; öyle bir isteyişin var ki, karşı koymak da mümkün değil. Sarı Sevincime daha sık yazmam gerektiğine inandığım halde, zihnimi meşgul eden dünyevi sıkıntılar nedeniyle, gönül muhabbetime yazmayı epeyce geciktirmiş bulunduğumu biliyorum. Bunu belirtmekle birlikte yine de tüm içtenliğimle özür diliyorum. Oysa, sana yazmak; benim için hissi bakımdan hem manevi hazzı yüksek bir iştigal, hem de denize ulaşan coşkun bir ırmak misali dostluğa açılan gönül penceremin dışa yansıyan bir aracı olmak bakımından zihinsel bir faaliyet olmuştur. Bu nedenle, sana daha sık mailler göndermeyi canı gönülden arzu ediyorum.

Canım dostum, sana her “Sarı sevincim” diye hitap ettiğimde bu kelimeden aldığım hazzın derin anlamını açıklamak ve paylaşmak istiyorum. Bir insanın temiz bir kalp ile sevdiği bir dostuna/arkadaşına bu manada tüm sevgisini aktardığı bir tek anahtar sözcük bulmak gerekseydi eğer, yer yüzünde sanırım bundan daha iyi bir ifade bulunamazdı. Onun için her “Sarı sevincim” diye hitap ettiğimde bu hissi tekrar tekrar yaşamış oluyorum. İç dünyayı paylaşmak ve onun bir parçası olmak güzel bir duygu ama bunu koruyabilmek de bir o kadar zor bir şey olsa gerek. Bu zorluğu aşacağımızdan eminim. Dün gece gördüğün bir manzarayı şöyle betimlemiştin; “Gökyüzündeki dolunayın o parlak ışıkları yerdeki bembeyaz kar örtüsüyle birleşmişti sanki. Sevgi ışığı da işte böyle yayılır, böyle paylaşılır yeryüzünde. Kardaki yansımasıyla der gibi olanca parlaklığıyla gösteri yapıyordu adeta. Uzunca bir zaman hem düşündüm hem de o güzel manzaradan gözlerimi alamadım. Keşke sevgiler de insanlarla paylaşılırken bu kadar aydınlık, bu kadar içten, bu kadar sıcak olabilseydi. Kar soğuktur, onu da nereden çıkardın deme sakın! Sıcak dedim, çünkü, ay ile beyaz kar örtüsünün öyle bir sarmaş dolaş görüntüsü vardı ki; o saçılan ışıklar bana böyle hissettirdi…” En içten dileğim, yüreğinin ta derinlerinde hissettiğin bu sevgi selinin tüm gönüllerde yaşanması ve paylaşılmasıdır…

Sarı Sevincim, biliyor musun, ortak dostumuz Karam ile tanışmamı çok istiyordun? Ben de öyle yaptım ve geçtiğimiz Cuma günü sabah saat 10.30 da Karam’ı görmeye gittim. Öğleden sonra da izlenimlerimi anlatmak için seni sabit telefondan sürekli aradım ama ulaşamadım. Bu aşamaya nasıl geldiğimizi anlatayım da merakın giderilmiş olsun. Karam’la icq’da yazışma imkanı kalmayınca telefonla konuşabileceğimiz hususunda anlaşmıştık. Oysa telefon ile görüşmek yüz yüze görüşmeye en yakın iletişim şekli idi. O zaman niye yüz yüze de görüşmeyelim diye düşünmeye başladım. Gerçi sen de epeyce teşvik etmiştin. O’nu, yüz yüze de görüşebileceğimizi, benim için bu görüşmenin iki Ekim tarihinde başlayan hafta içerisinde olabileceğini söylemek üzere telefonla aradım. Sekreteri Karam’ın diğer bir telefonla görüşme yaptığı için kendilerinin arayacaklarını söyledi. Bu arada, acaba nasıl bir ses, neye benziyor diye merak içinde Karam’ın telefonunu bekledim. Çok geçmeden telefon çaldı, ahizeyi kaldırıp kulağıma götürdüm, karşıdaki ses “Ben Karam” dedi. Çok güzel bir sesti, Önceden biraz heyecanım vardı ama sesinin yumuşaklığını görünce heyecanımdan eser kalmadı. Sanki yatıştırıcı bir etkiye sahipti. İcq’da nasıl idiysek öylece normal bir seyirde konuştuk. Kendisine iki Ekim’de başlayan hafta içinde ziyaretine geleceğimi söyledim. Ertesi gün de yine telefonla görüştük. Sana bu gelişmeleri yüz yüze görüştükten sonra anlatmayı düşünüyor ve öyle bir şartlandırma yaptığım için telefonla da haber vermemiştim. Tüm bunların oluşmasını beklemek istedim. Daha sonra görüşmenin tarihi konusunda bu görüşmenin yedi ve sekiz Ekim Perşembe veya Cuma günü olup olamayacağını sordum. O da Perşembe günü işi nedeniyle dışarıda bulunacağını, Cuma günü gelebileceğimi ifade etti. Böylece ekranın arkasında başlayan bir dostluğun gün ışığına çıkışı olarak kararlaştırılmış oldu. Arada daha Perşembe günü vardı. O gün de telefonda uzun uzun konuştuk. Cuma günü yarım gün izin almıştım. O gün sabah erkenden kalktım. Tıraş olduktan sonra kahvaltı dahi etmeden evden çıktım. İşyerine vardığımda saat 09’a geliyordu, çay ile poğaça yedikten sonra işyerinden ayrıldım. Yol üzerinde bir ayakkabı boyacısına ayakkabılarımı boyattım. Saat 10’u 10 geçe Kızılay’da beni Karam’a götürecek bir belediye otobüsüne bindim ve 15 dakika sonra indim. Karam’ın işyerine çok yakındım artık. Beş dakikalık yürüyüşten sonra sevgili dostumuzun işyerindeydim. İşyeri 3.katta olduğu için merdiven çıkmak zorunda kaldım. Değer verdiğin bir dost/arkadaşla ilk kez yapılacak görüşme duygusunun verdiği heyecan üzerimde iken bir de merdiven çıkmak suretiyle kalp atışım epeyce hızlanmış oldu. Neyse, Karam’a ulaşmak öyle kolay olmadığı için beni önce bir toplantı salonuna aldılar. Bu salon, genelde iş toplantısı amacıyla kullanılmakla beraber aynı zamanda ziyaret amacıyla gelen misafirlerin ağırlandığı bir yer/mekan olarak da kullanılıyormuş. Salonun ortasında büyük bir cam masa, duvarda büyük boy bir ayna ile masanın etrafında yaslandıkça hafif bir şekilde yaylanan yedi sekiz adet büro tipi koltuk vardı. Ben de kapıya yakın olan bir koltuğa yerleştim. Bu arada unutmadan söyleyeyim sana da gönderdiğim, Karam’a da okuması için getirdiğim ‘Cumhuriyet Döneminde Kadınlarımız’ isimli kitabın bulunduğu zarfı masanın üzerine koydum. Masa üzerinde bulunan Hürriyet gazetesine göz gezdirmeye başladım. Heyecanım biraz yatışmıştı ama henüz tamamen de geçmemişti. Çok kısa bir süre sonra birden kapı açıldı ve Karam’ın gülümseyerek ‘Hoş geldin, beni nasıl buldun’ diyen sesiyle oturduğum yerden ayağa kalktım. Bana doğru uzatılan bu dost eli sıkıp, sadece hoş bulduk diyebildim. Gerçekten de çok şaşırmıştım. Biraz da heyecanlanmıştım. Çok yakın arkadaş gibi hissetmemize rağmen, bu görüntüye ters bir şekilde, sadece el sıkışmakla yetindik. Bu durumu biraz da reel dünya ile sanal alemin garip bir çelişkisi olarak gözlemledim. Yani öyle bir çekingenlik işte. Sadece heyecanlandığım için değil, karşımda duran sevgili arkadaşımızın güzelliği de bu şaşkınlığımda rol oynamıştı. Her nedense bu kadar güzel olabileceğini tahmin etmemiştim. Gerçi benim gözümde ruh/iç güzelliği ön planda geldiği için ne olursa olsun O’nu her zaman güzel görecektim. Ama arkadaşımız gerçekten fiziken de güzeldi. Ayrıca giyimindeki estetiği aklı ile pekiştiren bir görünüme de sahipti. Neyse, karşılama hoşbeşinden sonra koltuklarımıza oturduk. Allahtan ki, Karam konuşmasını seven birisi olduğundan, çoğunlukla o konuştu. Doğrusu bu durum benim de işime geliyordu. Sadece bir karşılık verilmesi gereken durumlarda bir cevap veriyordum. Bense şaşkın ve meraklı bir şekilde pür dikkat dinliyor ve O’nu inceliyordum. İçimden ‘iyi ki hem seninle hem de Sarı Sevinç ile tanışmışım’ diye geçiriyordum. Orada senden de epeyce bahsettik. Karam senden çok hoşlanmış, seninle tanıştırdığım için bana sık sık teşekkür etti. Görüşmemiz çok iyi geçti. Yaklaşık bir saat kadar yanında kaldım. Her ikimiz de bu görüşmeden memnun kaldık. Saat 11.30’a doğru müsaade istedim. İşyerime de beklediğimi söyledim. Karam’ın yanından tekrar görüşmek dileğiyle ve bu kez birbirimize sarılarak ayrıldım. Uzun süredir ekranın arkasında doğrudan mesaj alışverişinde bulunduğum çok değerli bir arkadaşımla yüz yüze görüşmenin verdiği sevinci yüreğimde hissettim. İnşallah seninle de bir gün yüz yüze görüşürüz. Böyle bir sevinci bir daha tatmak isterim. Anlayacağın geçtiğimiz Cuma tek kelimeyle özel ve çok güzel bir gündü. Elektronik kartpostalda belirttiğin üzere ‘Mesafe küçük sevgileri öldürür, büyük sevgileri ise yüceltir. Tıpkı rüzgarın mumu söndürüp ateşi alevlendirdiği gibi.’ Daimi dostluklara sevgiyle…”

.

Mustafa Sami
Kayıt Tarihi : 7.3.2025 00:22:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!