Yaşlı bilge insanlar doğar büyür ve ölürler dedi.Toprağın tenine düşen her çiçek gibi kokuları da ölümle tanışır.Çok yol yürür umut eder sever hüzne bulaşır bazen ama ırmağın sularına karışır gider ordanda ruhuna kavuşur.Sen de ey sarı papatya cennetin ilk kokusu.Kulaklarını aç ve beni dinle.Gözlerinde o ışık hüzmesini görür gibiyim. Ay gibi parlıyor sen insan suretine bürünen tek çiçeksin.Kokun Havva anadan gelir.İrem bahçesine gitmek istiyorsan yanında bazı şeylere ihtiyacın olacak. Zamana yenik düşersen senle beraber cennet bahçesi de yanıp kül olacak.Yüreğini sakın Hinşu ırmağına kaptırma.Ordan geçtin mi yolu yaralamissin demektir. O ırmak azgındır nefsin ruhunu taşır içinde.Sakın düşme o ırmağa.
Yaşlı bilge yanında 5 şey lazım olacak demiş. Ve Antik bir kutudan çıkarmış onları.ilkin bir sabır tohumu çıkarmış ve demiş ki bu yolculukta en çok buna ihtiyacın olacak. Sonra bir ekmek çıkarmış umut ekmeği her geçtiğin yerden yürüdüğün yoldan bir kırıntısını yiyeçeksin demiş. Ama birazını cennet bahçesine bırak demiş. Üçüncü olarak bir ney çıkarmış yaşlı bilge kutudan.Bunu ruhun yolculuk esnasında kuyuya çağırdı zaman üfleyeceksin.Yol yoracak seni orman zorlu ve kasvetli.Nehirler hırçın bir çocuk gibi.Yüreğini yusuf yalnızlığı saracak.Bedenin dirhem dirhem çürüyeçek. Kokacaksın korkacaksın ama sakın arkana bakma. Su gibi akıp sabırla cennet bahçene var.Dördüncü olarak bir şişe vermiş yaşlı bilge ona.içi ilaç kokan bir şişe.Topraktan yeni çıkmış gibi. Bu şişeyi iyi sakla.Cennet bahçesine varınca yaşlı bir çınarın dibine göm onu demiş. Ve son olarak bir şiir vermiş ona yaşlı bilge.Bu senin hikayen bu senin şiirin.Bu siirde ki her dize sana yol gösterecek demiş yaşlı bilge. Yerinden kalkıp sarı papatyanın insan suretine doğru yürümüş. Alnından öpüp cennetine kavuşmak demiş. Sen kainatın en güzel ruhusun.Yerin cennet bahçesinde başka neresi olabilir ki demiş. Sarı papatya çiçeği çadırda duran varlığının hızla cennet bahçesine ulaşması umuduyla yola koyulmuş. Az gitmiş uz gitmiş dağlar ırmaklar dereler asmis büyük bi sabır ve heyecan ile. Yolda hep kuyu sesi ile yankılandı yüreği. O bu anlarda neyine sarıldı. Öyle bir üfledi ki ruh galeyana geldi kuyular kabuklarlarına çekildi hep.Umut ekmeğinden yedi.Ayakları ırmaklar biriktirdi.Saçları değişken rüzgar ile tanıştı. Aktı sarı papatya bir nehir gibi aktı. Yüreğinde irem bahçesine varmanin hüznü ile yürüdü. Yürüdü yürüdü yürüdü....
Kuş seslerine karıştı sesi.Ki hüznünü sesinden aldı. Yorgundu gözlerine inen kan kuyularına aldırış etmeden yürüdü.Yaşlı bilgenin kendisine anlattıkları umutlu hikayeleri sesinde biriktiren sarı papatya bir mağara vardı. Geceyi burda geçirmek azıcık dinlenmek için girdi Sesev mağarasına.Uzandı bir ömür gibi uzandı yere.Ve derin bir uyKuyaş daldı. Rüya ile daldı cennet bahçesinin uykusuna.Mağarada yedi uyuyanlar gibi uyudu bir asır. Gözleri mahmur sesi eksik ama şiiri yüreğinde idi her daim.
Ve kalktı derin uykudan yüz yıl sonra.Yolu az kalmısti.Yolda çürümüş cesetler gördü. Bu yola çıkan ama kuyunun ruhuna yenilen krizantem çiçeğinin cesedi idi bu.Umutsuzca baktı ağladı bir nehir gibi.Bir ömür yürüdü ve yolculuğun en çetin yerine vardı. Mahşeri bir kalabalıkla bekleyen binbir çiçek ırmağın başında. Kimi ölmüş kimi solmuş kimi baygın cennet bahçesi İreme varmaya çalışıyordu. Sarı papatya adeta mahşeri görmüş gibiydi..Ağzına iki lokma umut ekmeği attı. Yutkunarak yedi.Yavaşça ırmağın yanındaki köprüye vardı. Diger ölü çiçeklere başlamak için özen gösterdi. Yaşlı bilgenin verdiği şiiri hatırladiye. Cebinden çıkarıp ürkek bir şekilde baktı. Ve adım adım okudu.Okudu yürüdü yürüdü okudu
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta