Ayşe Balta - Sarı Şiiri - Antolojime Ekl ...

Ayşe Balta
71

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Yağmur... Aceleci yağmur... Senin de mi anlına nisyan yazıldı? Adem'in çamurunu seninle mi kardılar yoksa. Sen de orada mıydın şeytan Havva'yı ayartırken... Yoksa Adem'in cennetten dünyaya akan gözyaşlarımısın sen? Adem'in çocukları yağmurda oynamayı mı tercih ederlerdi, babalarının bağışlanması için dua etmeyi mi? Kuşkusuz dua etmeyi...Aklime, Kabil... Ama Kabil hariç. O kendisi için bile dua etmezdi belki.
Şimdi iki asl arasında kaldı Nuh. İyi ve kötü, güzel ve çirkin, acı, tatlı kısacası aşk ve nefret... Dua mı etmeliydi, oyun mu oynamalıydı? Habil iydi ama niyeyse Kabil'i hep daha yakın hissetmişti kendine. Belki acıyordu, belki o kadar da kötü değildi, belki istemeyerek, belki... Evet belki sırf kıskançlığından yapmıştı tüm kötülükleri. Babası onu da Habil kadar sevseydi kötülüğü tercih etmezdi belki. Diyelim ki babası Habil'i iyi olduğu için seviyordu, diyelim ki Kabil gerçekten kötüydü... Ya Adem yeterli sabrı göstermediyse Kabil'e. Gönlü Habil'i istese bile Kabil'e muhabbet gösterseydi belki kıskançlık hastalığını yenecek ve o da iylerden olacaktı. Kim bilir, Adem'in ikinci büyük hatası Kabil'e karşı işlediği cürümdü. Mesela Adem'in iki oğlu olmasaydı ve tüm sevgisini, sabrını biricik oğluna adasaydı, Kabil yine kötü olur muydu? Ya çocukcağız tüm hatalarını 'ben kötü değilim' demek için veya bir inat uğruna veya en fecisi, en acısı kıskançlığı sebebiyle yaptıysa...
Tüm yüz mimikleri donmuştu. Kafatasındaki fırtına dinmek bilmiyodu, beynini tarumar etmemek için bir o yana bir bu yana çarpıp gözlerinden dışarı çıkıyordu. Bu arada gözbebekleri büyüyor, küçülüyor, acı çekiyor, isyan ediyor, renkten renge giriyor ama en çok af diliyordu. Yeryüzündeki tüm sesler sussa Nuh'un gözleri herşeyi anlatmaya yeterdi o an. İşte yine göz yaşları yardımına koşmuştu. Yanağındaki ıslaklıkla kendine gelirdi her seferinde. Bereket ki ağlayabiliyordu yoksa çoktan çıldırmıştı.
Yanağını silmek için elini kaldırdığı sırada burnuna kara ve çelimsiz bir sinek kondu. Normalde de hayvanlara, bilhassa güçsüz olanlarına zarar veremezdi ama bu sefer niyeyse içinde derin bir acıma duygusu belirdi. Ani bir refleksle elini geri indirdi ve kendiliğinden uçmasını bekledi. Islaklığın da etkisiyle yüzü kaşınıyodu. Biraz daha sabretti, belki uçardı. Ama hiç niyeti yoktu. Anlaşılan muazzam misafirperverlikten pek hoşnut kalmıştı. Nasıl ki kendisi yeryüzünde istediği gibi dolanıp, yiyip içebiliyorsa sineğin de buna hakkı vardı. Esasında tabi ki bunun da bir sınırı olmalıydı. Neticede kimse her istediğini elde edemiyordu, ancak madem zavallı hayvancığın sınırlarını belirlemek elindeydi, o halde neden merrhamet etmesindi ki? Evet biraz daha beklemeliydi... az daha... biraz daha... Sınırları yeterince zorlamıştı. Kaşıntı tahammül edilecek gibi değildi. Yine de incitmemeliyim diye düşündü. Yakın temas yerine şartları olumsuzlaştırırsa bundan rahatsız olacak, zorla değil, kendi rızasıyla uzaklaşacaktı. Parmaklarını yelpaze gibi açarak burnunun etrafında rüzgar oluşturdu. Anlaşılan hayvan poyraza alışkındı. Fırtına gerekti onu kaçırmaya. Bir yandan kafasını salladı, diğer yandan elini hızla ileri geri sallamaya devam etti. Çelimsiz böceğin dünya yıkılsa umrunda değildi. Ağır ağır poposunu kaldırdı, hafif bir vızıltıyla uçup gitti. Arka tarafı rengarenkti. Anlaşılan dışkı sineğiydi. İğrendi, öğürdü ama yaptığı iyliğin boşa gideceğini düşünerek midesini yatıştırıp ilgisini başka şeylere vermeye çalıştı. Mesela renkleri ne kadar canlı, ne kadar alımlıydı. Yeşilin ve pembenin değişik tonlarıyla muhteşem bir portre çizmişti Yaratıcı böceğin mahrem yerine. Ama neden dışkı sineğine ve neden sineğin bizce en pis bölgesine böyle bir lütufta bulunmuştu? Bu bir çelişki miydi, rahmet mi... Allah güzel ve çirkini böyle bir tezatta yanyana getirerek nasıl bir mesaj vermek istiyor olabilirdi? Deken... Tam o anda kafasında karıncalanmaya benzer bir şeyler oldu. 'Nuh' diye acı bir figan kopardı. Tekrar tekrar bağırdı. Nuh Nuh Nuuuh! ! ! Adı Nuh'du ama aslında Nuh'un oğlundan farkı yoktu. Nuh iydi oğlu kötü... Annesi adını Nuh koyarken ismiyle müsemma olmasını istemişti şüphesiz ama iy'de kötü hasıl olmuştu işte. Kendini süslü dışkı böceğine benzetti. Adı Nuh'du, ruhu Nuh'un asi oğlu. Şimdi daha iyi anlıyordu böcekteki hikmeti ve Allah'ın mesajını. Zaten Allah deyil miydi ki biz ufacık sineği bile örnek vermekten çekinmeyiz diyen.
Adem, habil, Kabil, Nuh ve oğlu. Al işte Nuh tüm sabrını ve sevgisini biricik oğluna verdi de ne oldu? Koca bir hiç. Demek suç Adem'in değildi. Kabil gerçekten kötüydü, bu durumda kendisi de kötü oluyordu. İşte buna dayanamazdı. Kabil kötüyse kendisinin de çıkış yolu kalmıyordu. Kötü Nuh... 'Kötü Nuh' diye bir buzağı gibi inlemeye başladı. Bu sefer gözyaşı da koşmadı yardımına. Yüreği çatlamak üzereydi ama ağlayamıyordu. Kesin çıldıracaktı. Gökyüzü birden homurdanmaya başladı ve yağmur her zamankinden daha aceleci, tokat gibi yüzüne çarpa çarpa indi. Dizlerinin üstüne çöktü, avuçlarını açıp kafasını göğe çevirdi. Bir yandan ağlıyor diğer yandan bağırıyordu:
-'Rabbi Adem'i affetti, Nuh'u da affeder mi? İsminin hürmetine affetsin Nuh'u. Adem bundan sonra Nuh için de ağlasın. Benim için de ağla Adem. Benim için de ağla... ağla Adem, ağlaaa...
Kendine geldiğinde bulutlar yavaş yavaş çekilmişti. Güneş yüzünü okşuyordu. Kemikleri uyuşmuştu sanki. Gerindi, irkildi, derin nefes aldı... Aklı hala yerindeydi, şükretti... Birden gökkuşağını gördü. Sineğin rengini hatırladı. Ve Kerkük... Ve köyü ve yağmurdan sonra toprağa yayılmış ebrulî petrol ve kardeşi ve ölüm ve isyan ve iyi ve kötü ve çaresizlik ve af...ille de af, ille de af...

Tamamını Oku