Sandalyene Çorba Koydum, Soğumasın…
Ah be yâr…
Bu akşam da sofrayı kurdum.
Seni yine karşıma aldım.
Çatal yerli yerinde…
Ama öyle duruyor ki,
sanki giderken kalbimi kurcalayıp kanatmışsın da,
onu delil gibi masada unutmuşsun.
Bıçak desen, iki kelimeyi bile bir araya getiremeyecek kadar yorgun.
Yalnızca suskunluğu doğrayıp bırakmış.
Kaşık... çorbaya değil, boşluğa daldırılmış gibi.
Ne beni doyuruyor,
ne içinden seni çıkarabiliyorum.
Ah be yâr…
Tabağın hâlâ dolu.
Sen iştahın olmadığında bile buradaydın.
Şimdi sen yoksun.
Ben hâlâ senin oturmadığın sandalyeye bakıyorum.
Yokluğun, oturduğun hâlinden bile daha yer kaplıyor artık.
Ah be yâr…
Odanı toplamıyorum.
Yastığın senin tarafında buruşuk,
başını koymuşsun gibi...
ve pijaman hâlâ kapının arkasında.
Sanki seni giyinirken izliyor.
Dolabın kokunu tutuyor hâlâ...
belki de ben seni unutmamak için hâlâ deliliğimi kokluyorum.
Ah be yâr…
Her sabah iki kahve koyuyorum.
Birini içiyorum,
diğerini sana yapıyorum.
Seninki hiç bitmiyor.
Ne soğuyor, ne eksiliyor…
orada duruyor sadece.
Tıpkı senin yokluğun gibi:
gelmeyerek büyüyor.
Ah be yâr…
Dün gece banyoda gülüşünü duydum.
Aynaya baktım
“Buradayım” dedin sandım.
Ama aynalar bile artık senden yüzünü çeviriyor.
Dayanamıyor suretine.
Ben dayanıyorum.
Bilmiyorum nasıl.
Ah be yâr…
Koltukta yine diz dizi oturduk…
Ben seslice okudum o kitabı,
sen “devam et” dedin sanırım
ya da içimde hâlâ senin sesin var,
o konuşuyor benim yerime.
Bazen… o kadar yalnızım ki,
kendimi sana anlatmak için bile
içimde bir “sen” yaratıyorum.
Ah be yâr…
Geceleri aynaya bakıp göz kırpıyorum kendime.
Hâlâ buradaysam…
çıldırmamışımdır diye.
Bazen kendimi bile ikna edemiyorum.
Ah be yâr…
Bu sabah perdeyi araladım.
Camın kenarında sadece rüzgâr vardı.
Senin adını ezbere biliyor hâlâ.
Eskiden gölgen düşerdi oraya
şimdi ışık bile uğramıyor.
Perde, senin elin değmeyeli kırış kırış.
Düzeltmiyorum.
Senin bıraktığın gibi kalsın istiyorum her şey.
Bazen o perdeyi rüzgârla konuşurken yakalıyorum.
İnan bana…
sanki hâlâ senin adını fısıldıyor.
Ah be yâr…
Kedimiz hâlâ seni arıyor.
Evdeki her sessizliğe miyavlıyor.
O seni dilince çağırıyor,
ben sana susarak gidiyorum.
O kapıya bakıyor,
ben duvara.
İkimiz de bir yere varamıyoruz.
Aynı boşluğa konuşuyoruz artık:
O miyavlayarak,
ben içimden bağırarak.
Hiçbirimize dönmüyorsun.
Ah be yâr…
Koridordan geçiyorsun hâlâ,
bir hayal gibi.
Sesleniyorum:
“Çorba soğuyor, neredesin yine?”
Cevap yok.
Yalnızca duvarın ardında,
mezar gibi duran sessizliğin var.
Ah be yâr…
Sonra ışıkları kapatıyorum.
Senin tarafına dönüp
“İyi geceler” diyorum
usulca.
Yastığının kenarına dokunuyorum bazen,
sanki nabzını hâlâ orada unutmuşsun gibi.
Ah be yâr…
İnsan en çok,
olmayan birine anlatırken kaybedermiş kendini.
Ben anlatıyorum,
sen yoksun.
Ben cevaplıyorum,
yine ben susturuyorum kendimi.
Kendi kendime konuşuyor,
kendi kendime inanıyor,
kendi kendime çürüyüp
bir başıma yaşlanıyorum.
Delilik bazen,
çoktan gitmiş birine hâlâ içinden cevap beklemekmiş.
Ah be yâr…
Ve bu ev…
hiçbir yere gömülmemiş bir cenaze gibi duruyor şimdi.
Ne sen defnedildin,
ne ben kurtuldum.
Sen gitmekle öldün belki,
ama ben…
sen gittikten sonra,
bu evin içinde diri diri gömüldüm.
Kayıt Tarihi : 19.6.2025 22:27:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!