Dünyada insanlıktan-bilmek ve yaşamaktan
Daha doğru iş yoktur-ayrılma sakın haktan
Anla öğren uygula-en önemli problem
Kimseye zulüm etme-içimizi kaplar sem
Yaşamak güzel sanat-o sanatı hor görme
Ben deyip üstü çıkma-kimseye zarar verme
Hastalıklarımızın-öğren en belalısı
..
Hip Hop Oğlum Hip Hop Yap
Anlayan gelin anlar
………………...Söyleyince kızına,
Yetenek olmuş hip hop
…………………..Erişilmez hızına.
Sanat senin neyine hip hop oğlum hip hop yap,
..
BİTMEYEN ENERJİSİYLE...N. GÖKHAN SONSEL
Şiir dinletilerinin bizlere sunduğu,en güzel mutluluklardan biri de, şair dostlar tanımak, farklı duyarlılıkdaki, farklı kültürlerin etkisinde şiir yazan gönül dostları edinmek, şiirlerle her yürekte açan, gelişen duyguları paylaşmak ve bu güzelliklerde kendimizi biraz daha geliştirmek...
Bir çok şiir dinletilerinden tanıdığım Sayın N.Gökhan SONSEL hem olağanüstü kuvvetli kalemiyle hemde, hassas yüreğinin duygusal içeriğiyle aşk üzerine ve çeşitli konularda ama daima
sevgiyi içeren şiirleriyle coşkulu ve enfes yorumuyla bizlere ışık olmuştur...
..
Bu, şiir hece adlı kültür sanat dergisinde 10.07.1999-Tarihinde yayınlanmıştır.O dönemde bir çok kişiden büyük destek almıştır.
..
İlim aklıselimdir, sanat güzelliğimiz
İnanç ise azalmaz, gönül zenginliğimiz
Bunları inkâr etmek, bazen sefilliğimiz
Bazen de utandıran, garip rezilliğimiz.
İlim aklın motoru, pusulası, dümeni
İnanç sana öğretir, doğru yerde gülmeni
..
Çıplaklık sanatsa
En büyük sanatçıdır Tanrı
İkincisiyse annemizdir
Doğururken bizleri.
Çıplaklık sanatsa
Her çift sanatçıdır
..
Doğa bir duygudur,
Duygu ise bir renk.
Renk bir yaşamdır,
Yaşam ise sanat.
Sanat bir fırsattır,
Fırsat ise renkler.
..
Siz bir korkaksanız, söylemekten korktuğunuz, sakladığınız, kendinize göstermek istemediğiniz gerçekleriniz var demektir. Görünen yada göstermek istediğiniz yüzünüz, her hangi bir meslek dalı veya sanat olsun, veya (sözüm ona) şairsiniz. Performansınız çok iyi, göz dolduruyorsunuz. Artarda edebi eserler, yorumlar icra ediyor ve muhtemelen teşvik ve takdir görüyor, (deyim yerindeyse) alkışlanıyorsunuz. Belki bir ömür bu ve benzeri başarılarla dolu geçecek, parmağınızı bastığınız, işaret ettiğiniz noktalardan ilham alıp esinlenecek dalgalar türeyecek, nesir veya mesir yapacak bir doluda hayranınız olacaktır.
İnsanların dimağına dumuruna hitap ederek, onları bir nevi tüketime teşvik ediyor, arka planda bu gayret ve emeğinizin karşılığını, üç aşağı beş yukarı, alıyor olacaksınız. Yada ham hayallerinizi tatmin etmek uğruna, peşinizden başıboş bir güruhu sürüklüyor, duygu ve düşünceyi hem intihal, hem de gayet ustaca istismar ediyorsunuz demektir. Diğer yandan ya irticalen veya anlaşmalı, bir sektöre hizmet babından kanat çırpıyor, onların nefsini, şehevi isteklerini kamçılıyor, anormalize ediyor, hevese dolduruyor olabilirsiniz. Günleriniz, aylarınız, yıllarınız böyle geçer de, zaman zaman durup düşündüğünüz veya düşüneceğiniz olur, kendinize soracağınız tutar; “ben ne yapıyorum? ” diye.
Hitap ettiğiniz kesime; işte bu benim toplumum, benim halkım, benim çevrem, benim kültürüm, benim gergefim dediğiniz olguya dönüp bir bakın. Vatan, millet, ahlak, din, siyaset, edebiyat, aşk, sevgi ve saygı gibi milli, manevi, kutsal kavramlar nasıl algılanıp anlaşılıyor ki, iş icraata gelince faraza kaç kişi elini taşın altına koyabiliyor. Kaç kişi hukukun üstünlüğünü, eşitliği, adaleti savunup gerektiği şekilde samimiyetini (rahatından, huzurundan feragat etmek pahasına) ortaya koyuyor? Gerçek manada gördüğünüz ne ise, siz osunuz, onlardansınız ve o kadar meslek veya sanat erbabısınız, yani o kadar; sanatçı, edebiyatçı, yazar, çizer, işçi, memur v.s. sorumlu, mükellef, çağdaş aydınsınız demektir.
Diyebiliyor musunuz; *“ buyurun kendime söylemekten hoşlanmadığım şey..
..
Yaşayan şairler sorunu: keşke ölse miydik demeli; kendi kişiliğimizi hep ön plana çıkaran çatışmaları yarattığımız için ve hatta paylaşıma engel olduğu için. İşte yaşayanın kişiliğini başkalarından önce kanıtlama; yani kendi kendini takdir etme yetkisi; yani yaşayanın ölesice egosundan söz ediyoruz. Çoğu kez, aynı sitede, aynı sayfada iki dakika birlikte kalamayan, başkasının şiirine tahammül edemeyen, kendi tarzını oluştururken diğerlerininkinin, okurlarca beğenilmeyeceğini uman, sayısız egodan.
Oysa erdem, bunun tam tersiydi; toplum için birşey paylaşanın, kendini onlara adadığını gösteren kültür emisyonu; kişiliğin öznel devinimlerini nasıl benimseyebilirdi? Kaldı ki bunların çoğu, kısa sürelerde silinip giden kendini yineleyen döngüsel / kısır kişiliklerdir. Sabırsız türlerin geride bıraktıklarına sanat demek nasıl mümkün olabilirdi? Güncelliği düşen ajanda gibi antolojilerde yer almaktan öteye gidemeyenlerle dolu manşet siteleri, yapay dostluklarla kurgulanmış sırça köşklerde yaşayan söz kâtilleri ile dolu ortamlardan kanıksayan okurları saymayalım bile.
En kötüsü de, böylesi manzumları okumak zorunda kalan, yorumlaşma ve editöriyal görevlileridir ki; bunlar genelde maktûl konumundadırlar. Ama şanslıları yedi canlıdır; her yeni günde bir ölürler, sabah yeni bir heyecanla pir doğarlar; yeni bir kültür paylaşımı, kendini yenilemiş başka bir adam umarlar parlayan sayfalarda; ama manzumun başından sonuna dek aldıkları kasatura darbeleri ile bitkin düşerler.. Ancak onların enerjisi bir türlü tükenmek bilmez; her devinimlerinde, gelenekselliğin, kültürle bilinçlenmenin besleyici kanını taşırlar damarlarında; folklorun tüm figürlerini barındırırlar zamanla, deneyimlenirler; sözcüklerle dans ederler sonunda…
Asıl zor olan da, sarı kâğıtlarda uysal duran sözcükler değildir; yaşayan şairlerin şiirlerini alıp, dimağda istediğiniz gibi evirip çevirmek de… zorluk, şiiri birinci elden derhâl sahiplenip, daha meşrûlaşmadan onun telif haklarından söz etmek; çalınacağından kuşkulanmak; başkalarından önde olduğunu sanmaktır. Dahası yapay sözlerle çevrili dünyalarında, sadece beğenilere açık yorum kutularını süslemektir. Edebiyat dünyasının kodamanlarına (gönülde ırakken) fiziken yakın olmak, onlarla birkaç yerel dergide adını duyurduğunu sanmak; bir daha okunamayan manzumlar karalamak; gerekirse site açmak ve orada üyelerden oluşan müritlerden methiyeler almak; başyazar olmaktır.. Çünkü onlar, bağımsız işleyen okur dimağlarına çok yakın konumdadırlar, onlara rahat vermezler; gücenirler, kıskanırlar; gocunurlar, içlenirler, öfkelenirler, kırarlar, aşağılarlar, manzumları ile müdahâle ettikleri savaş alanına kendileri girerler; şiirin kendi kendini savunmasını beklemezler; yazarın kendileri, düşmanı yani okuru sırtından vururlar!
..
… Şair, Şiir Yorumcusu, Tiyatro Oyuncusu ve Yönetmeni...Amasya’lı Sanatçı…Orhan BOL ve AMASYAŞAT Başkanı Müzeyyen KESKİN ile Söyleşi…
Amasya../ Merkez de doğan, Karadeniz yöresinde tanınan ve sevilen bir sima değerli sanatçımız hem çok güzel şiirler yazan, şiir yorumlayan, tiyatro oyuncusu, Yönetmen, Tema gönüllüsü, kişiliği ile beyefendi ve başarı cizgisi yüksek. Zaman zaman film ve dizilerde rol alan genç ve başarılı sanatçımızı Orhan BOL tanıtacağız..
Müzeyyen KESKİN: Merhabalar hoş geldiniz… Orhan BOL kimdir; Biraz bahseder misiniz. Biz biliyoruz ama bilmeyen okurlarımız için tanıtır mısınız kendinizi..
Orhan BOL: Merhabalar hoş buldum…1968 yılında Amasya/ Merkez de soğuk bir kış günü dünyaya geldiğimi söylemişti rahmetli babam... İşte o gün bugün hep aynı nokta üzerinde dönüp duruyoruz...
İlk, orta ve liseyi bitirdikten sonra ticaret hayatına atıldım. Uzun yıllar ticaretle uğraştım. Bu arada Açıköğretim Fakültesi Halkla İlişkiler bölümünü bitirdim. Şu an aynı fakültenin İktisat bölümü üçüncü sınıf öğrencisi olarak öğrenim hayatına devam etmekteyim.
..
Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman içinde bir mübarek kurban bayramı son günü(16TEMMUZ 1989) Gaziantepte zom derece alkollü bir müslüman Kurban bayramı kutlarken* araba ile bir hamile kadını çarparak öldürüyor..Kadın binlerce gözü yaşlı bırakıp toprağa verilince adam Avukat tutup bir güzel kurtuluyor.Netekim namaz kılıp bir de hacca gidince Allahta onu affediyor.Bu hikaye burada bitmiyor Çünkü adam önce sanat güneşine gidiyor.oda kendisine ''Günahların girecek düşlerine''şarkısını söylüyor.sonra iki cihan güneşine gidiyor ikisi de onu affetmiyor.Yani bu zom katil hem sanat güneşinin hem de iki cihan güneşinin(Hazreti Muhammed Efendimizin) kemiklerini sızlatıyor..Değil antepte yaşayan müslümanlar,başka dinlerden islamı seçenler de hem müslüman olduklarından hem de insan olduklarından utanıyorlar.Çünkü islamda bilinen şu ki bu hareket 70 göbek geçmiş 70 göbek geleceğe kabir azabı verir ve affı yoktur...(Peygamber efendimizle ilgili karikatür çizenlere küfür ediyor, kınıyoruz Bu anlatılan şahsın Peygamber efendimize bir kuyruk takmadığı kalıyor hiç seslenemiyoruz bu nasıl insanlık nasıl müslümanlık ben yine de müslüman olduğum için utanmıyorum,çünkü öbür dünya var...Nasıl yanacaklar cehennem sıcağında.. gerçi ben bu Dünyada da vijdan azabı ateşlerinde yanmalarını görmek istiyorum...) ..NETEKİM Onlar ermiş vijdan azabı* duymadan muradına biz bu hikayeyi okuyanlar girelim vijdan azabına...
Bir de bu Antepteki mangalda kül bırakmayan katillere bir akrostişim var:
-------------------------
Adaleti
Niçin
Terkettin
..
A-Sanat Perisi-001-Turkish
Biliyormusun....
Sanat Perisi....
Bir gün şair olurum.....
o gün periye şiir yazarım....
..
Sanat hayâtın meşkidir
Duyguların bir resmidir
O öyle bir duygudur ki
Güzelliğin bir neşridir
Sanat kalbin bir dilidir
Sesli sessiz bir hâlidir
..
Bağlı kalırsam dökemem
Cümlelerimi duygu selimi
Hece,uyak aruz,veciz mi
Yoksa serbest olmayan
Kafiye mi olmalı dersem
Akışı olmuyor düşüncelerimin
İçimden geldiğince
..
Kadınlar! Güzelliğinizi Koruyun.
Şişmanlık güzelliği bozar, ey kadınlar şişmanlıktan kaçının!
Biraz diyet, biraz da hareketle güzelliğinizi koruyun...
******
Sanat Sanat İçin Değildir
..
Bilim ve sanat ışığınız olsun.
metafizik karanlığı,
toz bulutları gibi silkelemenin
dağıtmanın tek yolu
diyalektik düşünme yöntemidir.
Bilim ve sanat
..
AYTMATOV NOBEL’E ADAY!
Prof. Sadık K. Tural Hoca’yı bilirsiniz. Hele, Elâzığlı onu daha yakından tanır. Elâzığ Belediye Başkanı Süleyman Selmanoğlu onlarca haklı sebebi alt alta sıralayarak, bu şehrin kadim dostuna, ‘—hemşerilik beratını’ verdiler. Can-ı gönülden, ‘—helal hoş olsun’ diyorum, bu vefa ve vücudunu bütünüyle saran, sevgi taşan insanına!
Elâzığ’ın son yirmi yıl yapıp ve yakıştırdığı kültür ve sanat faaliyetlerinde o kadar çok emeği, o kadar çok göz nuru var ki, sükûnet dolu bir sevdanın çığlıkları ile sürekli bu şehrin kucaklaştığı bir şahsiyet oldu.
15.Uluslararası Hazar Şiir Akşamlarında da, Kırgız Türklerinin dünyaca ünlü romancısı Cengiz Aytmatov’a, Türk Dünyası Hizmet Ödülü verildiğinde de Elâzığ’daydılar. Kendilerinin bu toplantı vesilesiyle bir haykırışları vardı; “—Aytmatov’a Nobel Ödülü verilmeli” Türkiye’nin en ağırlıklı bir kurumunun başındaki, hayatını bilime hasreden bir bilim adamının belki de, ‘—fazla tevazu zarar verir’ kabilinden bir seslenişi, Elâzığ’dan dünyaya taşıma gayreti vardı.
O doruktaki, heyecan yüklü gayretin hamiyetli insanı, Prof. Dr. Sadık K. Tural, Atatürk Yüksek Kurumu Başkanı olarak Cengiz Aytmatov’u, doğumunun 80.yılında, Türk Cumhuriyetleri bilim, sanat ve edebiyatçılarından oluşan bir komite marifetiyle, Nobel’e aday gösteriyorlardı.
Elâzığ’dan bir yürek taşınıyordu; haysiyetli bir ilim adamının gayretleriyle! O gayret, tıpkı bir Çaydaçıra efsanesinin bir daha, ‘Manas’laşarak ışıl ışıl yansımasıydı. Belki de cemrelerin ilk düşüşüydü! Sımsıcak duyguların, Paşa Demirbağ’ın Harput Kayabaşı’nda söylediği, ‘Hoyrat’la sadece bir şehir Elâzığ değil, bir efsane kişiliğin Nobel’e adaylığı edebiyat dünyamıza asıl kan bulunarak yankılanıyordu.
..
ESİNTİ 18. 01. 2008
Suat TUTAK
Saat: 14. 02
KUŞADASI’NDA MEKTUPLAR ADRESİNİ BULMUŞ...
(BİR DE SÖKE’DE BULSA...!)
..
ESİNTİ 18. 01. 2008
Suat TUTAK
Saat: 14. 02
KUŞADASI’NDA MEKTUPLAR ADRESİNİ BULMUŞ...
(BİR DE SÖKE’DE BULSA...!)
..
1960- 1970 yılları arasında yaşanıp geçmiş, bir özel dönemden söz edeceğim size sevgili okuyucularım. Söke’mizde yaşayıp bugün merhum olan, Allah’ın rahme-tine kavuşmuş, bir kısmı ise ileri yaşlara gelmiş olarak hala aramızda yaşayan, Söke’mizin birkaç güzel insanından söz edeceğim bu yazımda.
Belki 38- 40 yıl, belki de yaklaşık yarım asır gibi bir zaman geçti aradan. Şimdi ben sizleri o elli yıl önceki Söke’ye, küçük ama şirin Söke’ye, az nüfuslu ama sıcak insanların Söke’si daha başka bir Söke idi o zamanlar. Amma o günleri yaşamamış olanlar nereden bilecekler ki? Mümkün değil, bilemezler. Bilmeyi bırakın, o şurda dursun, hayal bile edemezler. Evet, o kadar kesin konuşuyorum. Ve, adım gibi de eminim. Güzel yıllardı o yıllar. Yaşandı ve anılarda yer alıp tarih oldu. Daha fazla tartışmaya ve iddiaya gerek yok efendim. O yönünü geçelim de anlatmaya devam edelim.
Kent olarak bu denli uygar bir seviyede olmasak da kültür, edebiyat, sanat alanlarında bugünkü kadar yine iddialıyız Sökeliler olarak. Edebiyat, kültür ve sanat dallarında yine güçlü insanlarımız vardı. Daha da genç idiler, daha da ateşli, bece-rikli, özverililerdi… Ve daha da iddialı olarak çalışmalarına hızlı bir şekilde sunma-ya devam edeceklerdir.
Evet, asıl meselemiz iddia değil. Bunu önceden biliyorsunuz zaten… Mesele o yıllarda Edebiyat, kültür, Sanat ve Söke için neler yapmaya çalışmışız, neler yapmışız, kimlerle birlikte yapmışız, bunları size anlatmak, yazarak da tarihi belge haline getirmek… Buradaki gerçek amaç bu. Öncelikle ve de özellikle bunu belirtmiş olalım.
Efendim, sözünü ettiğimiz yarım asır kadar önce o sanatsal çalışmalarımızı yaptığımız tarihte, Kemalpaşa Mahallesi Dere caddesi’ nde Dişçi SADİ, (Titrek dişçi) lakabıyla tanınan, Dişçi Dr. SADİ TARLAN otururdu. Caddenin kenarında bol yeşilli, alçak duvarlı, büyükçe bahçesinin ortasında tek katlı, sahil evine benzer yapıda, güzel ve dikkati çeken bir evi vardı. Merhum Dr. Sadi Tarlan uzunca boylu, kemikli iri vücut yapısında, geniş alınlı, uzunca ama geniş yüz yapısıyla, esmer tenli bir adamdı. Ciddi bir adamdı. Yüzü pek gülmezdi ama gülünce de gülücükler yüzüne çok yakışan bir adamdı. Benim dediğim o yıllarda altmışın üzerinde bir yaşı vardı. Belki yetmişti. Bilemiyorum. Fakat şu bir gerçekti ki, gençliğinde çok yakışıklı bir insan olduğu, o günkü karizmatik yapısından anlaşılıyordu. Ben çocukluğumda çok diş sorunu yaşadığım için, Sadi Bey bizim aile dostumuz haline gelmişti artık. Önceleri oradan tanıştık. Sonra da musiki çalışmalarından dostluğumuz katmerleşti. Sevdiğim ve gizlice hayran olduğum bir dostumdu merhum.
O yıllarda küçük bir kentti Söke… Kentten çok kasaba havası vardı burada. Her meslek sahibinden çok az olduğu gibi doktor sayısı da çok azdı. Elle sayılacak derecede az sayıda doktor vardı. Dişçi olarak da kentte şöhret olmuş, tanınmış bir kişiydi Dr. Sadi TARLAN… Musiki bilgisi ve kültürü de çok genişti Sadi Bey’in. Kasaba da herkesin aile diş doktoru sayılabilirdi Sadi Bey. Bizim aile için de öyle.
Yıllar o şekilde geçerken, daha sonraki yıllarda Dr. Sadi TARLAN, Eczacı Halil ÖZŞARLAK, (o yıllarda Söke Tariş Müdürüydü yanılmıyorsam) Kenan URAS, Nihat ÖĞÜNÇOĞLU, ben Suat TUTAK ve şuan gerisini hatırlayamadığım 8-10 kişilik bir grup oluşturarak, yine o yıllardaki Halk Eğitim Merkezi’nin sağladığı bir salonda, haftanın belirli günlerinde, nota-solfej dersleri alır ve Türk Sanat Müziği çalışmaları yapardık. Bu çalışmalarda merhum Dr. Sadi TARLAN öğretmenlik yapar, ekibin nota ve müzik bilgilerini tazeler, grup çalışmalarında da NEY ÜFLERDİ…
..